30 Aralık 2014 Salı

“3. Dmitri`nin” Siyasi Geleceği Tehlikede Mi?




Rus siyasi tarihinde ülkeni yöneten Dmitri isimli 3 yönetici var. Bunlardan ilki Dmitri İvanoviç Donskoy`dur. Moskova knezliği (1359-89) ve Vladimir büyük knezliği yapan (1362-89) Dmitri Donskoy Kulikovo Çarpışması'nda (8 Eylül 1380) Altın Orda Devleti'ni yenilgiye uğrattığı için özel yere sahiptir.
İkinci Rusya yöneticisi tarihe “Yalancı Dmitri” adıyla keçen Rus çarıdır. Yalancı Dmitri Rurik hanedanının sona ermesiyle (1598) başlayan karışıklık sırasında, kendini IV. İvan'ın 1591'de Ugliç'te esrarengiz biçimde ölen küçük yaştaki oğlu Dimitri İvanoviç olduğunu öne sürmüştür. Yalancı Dimitri 17 yüzyılın başında Moskova Büyük Knezliği tahtına hak iddia etmiş ve 1605'ten 1606'daki ölümüne kadar yaklaşık bir yıl boyunca I. Dimitri adıyla Rus çarı unvanını sürdürmüştür.
Rusya tarihinde Dmitri adıyla ülkenin yönetimini üstelenen üçüncü kişi ise mevcut devlet başkanı Dmitri Anatoliyeviç Medvedev`dir. 1965 yılında doğan Medvedev 2008 yılında Putin`in halefi olarak göreve başlamıştır. İktidarı dönemi kimi analizciler tarafından Putin`le hakimiyeti paylaşmasını işareti gibi “Medputin” ya da “Putvedev” gibi değerlendirilmiştir.
Rusya analizcileri arasında Medvedev`in Rus siyasi sistemindeki yeri hakkında çelişkili görüşler var. Bazıları Medvedev`i “Putin`in oyuncağı” olduğunu ve zamanı geldiğinde bir tarafa atılacağını ireli sürerken, kimileri de zaman-zaman Putin`le fikir ayrılığına düşen ve kendine özgün tazı olan modern Rusya`nın yöneticisi gibi görme eğiliminde. Putin`in yeniden iktidara geleceği haberi birincilerin görüşünü kimsen doğrularken, onun 2012’ci yılda başbakan olacağına dair açıklamalar ise ikincileri haklı çıkaracak gelişme sayılabilir. Esasında içeride Putin Rusya`da düzeni, istikrarı ve gücü temsil ederken, Medvedev daha çok “liberal”, hukuk yanlısı ve uzlaştırıcı yönüyle dikkat çekmiştir. Dış politikada ise Putin daha çok Rusya`nın Asya daha doğrusu Avrasya yüzünü yansıtırken, Medvedev Batı yönünü daha çok ortaya koyan anlayışı temsil etmiştir. Zaten Batı`nın 2012’ye ilişkin siyasi senaryolarda Medvedev`in başkanlığından yana tavır koyma eğiliminde olması da bundan kaynaklanmaktaydı.
Ancak son dönemlerde Medvedev siyasi geleceğine ilişki önemli sıkıntılar yaşamağa başlamıştır. Öncelikle, başkanlığı Putin`le bırakma hem içeride hem dışarıda Medvedev`i zorlamaktadır. Şöyle ki, iktidar değişimi içeride Putin yerine onu tercih eden liberal çevreleri hayal kırıklığına uğratırken, Batı`da Putin karşısında Medvedev`e verilen primi azaltmıştır. İkinci olarak, Medvedev`in Batı`ya karşı “füze resti” ABD ve Avrupa`da ona ilgini aşağıya çeken bir diğer nedendi.
Üçüncü olarak, Medvedev`in Duma seçimleri sonuçları konusunda Putin`le benzer tavırları sergilemesi onu hem içerideki sistem içi ve dışı muhaliflerin hedefine çevirdi, hem de Batı`da onun siyasi kişiliğine dair soru işaretlerini daha da güçlendirdi.
Bu koşullarda Medvedev son belki de en önemli darbeni Putin`den aldı. 15 Aralıkta televizyonda Rus halkının sorularını cevaplayan Putin Medvedev`in görevden aldığı eski maliye bakanı Anatoliy Kudrin`in överek yeni kabinede görev vereceğini açıklaması Rus kulislerinde Medvedev`in harcana bileceğini söylentilerini yayılmasına sebep oldu. Her ne kadar Putin ek bir açıklama ile Medvedev`in Başbakan olacağını belirtse de, Rus siyaset kulislerinde Medvedev`siz hükümet senaryoları tartışılmağa başlandı bile. Bu senaryolar içersinde yeni başbakanın Kudrin olacağını söyleyenlerin sesi ise daha gür çıkıyor.
Bir biri ardına siyasi darbeler alan Medvedev ise Putin açıklamalar yaparken Brüksel`deydi. Rusya devlet başkanı 14-15 Aralık tarihlerinde buradaki 28. AB-Rusya zirvesine katılarak taraflar arasındaki önemli konularda müzakereler yaptı. AB Konseyi Başkanı Herman van Rompuy ve Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ile yapılan görüşmelerde enerji işbirliği, vize serbestisi, Euro bölgesindeki kriz, Rusya`nın Dünya Ticaret Örgütü üyeliği, Suriye meselesi ve İran konusu yer almıştır. Enerji konusunda taraflar arasındaki işbirliğini daha da güçlendirilmesi, vize serbestisin surecinin yavaş da olsa başlaması, Rusya`nın DTÖ üyeliğin gerçekleşmesi ve krizde olan Avrupa`ya Rus ekonomik yardımı konusunda önemli uzlaşmalar yaşandı.
Medvedev seçimler konusunda eleştirileri kabul etmese de, basın toplantısında Rusya Suriye tavrı konusunda ortak suskun kalmağı tercih etti. Ancak görüşmenin ertesi günü Moskova yönetimi ilk kez, Suriye krizinin çözümünde Birleşmiş Milletler`in müdahalesinin gerekli olduğunu söyledi ve Güvenlik Konseyi’ne Suriye’de şiddetin sona ermesi çağrısında bulunan tasarı sundu. Rusya bu tavrında Suriye`deki durumun giderek Esad yönetimi için zorlaşmasının yanı sıra, Batı ile seçimler nedeniyle artan gerginliyi azaltma niyetinin de etkisi var.
Hiç kuşkusuz bu süreçte dış politika konusunda esas yetkilere sahip başkan Medvedev`in son dönemlerde siyasi geleceği ile ilgili karşılaştığı sorunların da etkisi var. Ancak Rusya gibi adeta “yoktan liderin var edildiği” bir ülkede mevcudun harcanması da o kadar zor olmuyor. Bu bakımdan zaten devlet başkanı olduğunda “silik siyasi kişiliği” olduğu gerekçesi ile sık-sık eleştirilen Medvedev`in de harcanması şaşırtıcı olmasa gerek.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)
19.12.2011 19:30 Yerel saatı | 16:30 Dünya saatı

“3. Karabağ Savaşı” Ufukta mı?




Haziran ayının ilk haftasında Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ateşkes bozuldu ve her iki taraftan çok sayıda askerin öldüğü haberleri geldi.
Beklenildiği gibi, taraflar yaptıkları açıklamalarda bir birilerini suçladılar. Hemen bölge ve dünya basını da “Azerbaycan`la Ermenistan arasında yeni bir savaş başlayabileceği” yönünde haber ve analizlere yer vermeye başladı.
Esasından konuyu yakından bilenler için Azerbaycan`la Ermenistan arasında ateşkesin bozulması haberi son 18 yılın değişmeyen gerçeği. Keza iki ülke arasında Rusya`nın arabuluculuğu ile Mayıs 1994`de imzalanan ateşkes anlaşması gerçek manada neredeyse hiç uygulanmadı. Ermeni tarafı işgal ettiği bölgelerden çekilmemek ve görüşmeleri bozmak için ateşkes ihlalini uygun bir araç olarak sık-sık kullandı. Azerbaycan açısından ise başlarda ateşkes işgal edilmiş bölgelerin geri alınmasını sağlamak için gerekli olan yeni savaşa hazırlanma dönemi anlamını ifade ediyordu.
Ancak artan petrol gelirleri ve bunun Azerbaycan`ın askeri gücüne yansıması zaten başından itibaren doğru dürüst uygulanmayan ateşkesi giderek anlamsızlaştırmıştır. Bu çerçevede ateşkes Azerbaycan`da daha çok ülke topraklarının Ermenistan işgalinde kalmasını sağlayan bir süreç gibi görülmektedir. Nitekim İlham Aliyev yönetiminin merhum Haydar Aliyev dönemine oranla daha fazla ve güçlü biçimde “askeri güç kullanacağını” dilendirmesi uzun süren ve sürekli sonuçsuz kalan diplomatik görüşmelerin yanı sıra, Azerbaycan`ın güçlenmesiyle de yakından ilgili.
Hiç kuşkusuz, bölgede Rusya faktörü olmasaydı ve özellikle de Ağustos 2008`deki 5 günlük Rus-Gürcü savaşı çıkmasaydı belki “3. Karabağ savaşı” ihtimalini daha fazla konuşuyor olacaktık. Kimi iddialara göre, Rus-Gürcü savaşı o dönemde olası bir Karabağ savaşını engellemiştir. Hatta çok aykırı gibi görünse de, Rus-Gürcistan savaşının uzun sürmesi halinde Azerbaycan tarafının kendi meşru savunma hakkını kullanarak işgal bölgesini kurtarmak için operasyon yapmak istediği bile ireli sürülmüştü.
Yeni bir savaşı “3. Karabağ savaşı” gibi nitelememiz ise okurumuzu şaşırtmamalı. Keza tarihte Azerbaycan`la Ermenistan arasında ilk Karabağ savaşı 1988-1994 döneminde değil, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde (1918-1920) yapılmıştır. Doğunun ve İslam dünyasının ilk demokratik cumhuriyetinin tarihi inceleyen her ciddi eserin ilgili bölümlerini okurken, o dönemde Azerbaycan`a yönelik asılsız Ermeni iddialar, Ermeni silahlı güçlerinin acımasız saldırıları ve yaptığı katliamlarla yüzyılın sonundakiler arasında büyük benzerlikler görmek mümkün.
Başta Andiranik olmak üzere çeşitli Ermeni komutanların iki yıl boyunca sürdürdüğü baskın, saldırı ve katliam Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin aldığı askeri önlemlerle başarısızlığa uğratılmıştır. Özellikle, Ocak 1920’den itibaren Karabağ`ı hedef alan Ermenistan saldırılarına ve bölgede başlayan Ermeni ayrılıkçı isyanına karşı Azerbaycan ordusu Şubat`ta askeri operasyonlara başlamıştır. Azerbaycan ordusu Ermenistan`ın saldırılarını başarıyla durdurmuş, Karabağ`daki askeri isyanı bastırmıştır. Bu askeri başarılar üzerine Ermenistan 26 Nisan 1920`de barış istemiş, ancak 28 Nisan`daki Rus işgali bu askeri başarının tarihi bir siyasi başarıya dönüşmesini engellemiştir.
Bu kısa tarihi hatırlatmadan sonra günümüze dönersek, son ateşkes ihlallerinin coğrafi ve askeri boyutları, ayrıca zamanlaması öncekilere oranla belirli farklılıklar arz ediyor. Bu kez ateşkesin neredeyse tüm cephe boyu bozulduğu, süresinin göreceli olarak daha uzun olduğu ve başta helikopterler olmak üzere mühim askeri silahların kullanıldığı yönünde haberler gelmekte. Resmi açıklamalarda her taraftan 4-5 kişinin öldüğü haberleri verilse de, ölen insan sayısının söylenenden neredeyse 5-10 kat fazla olduğu ve hatta bazı köylerin el değiştirdiği yönde iddialar da gündeme geldi.
Bu ateşkes ihlalinin zamanlaması da önemli. Ateşkesin özel anlamda Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton`un bölge seferinin başladığı gün yapılması, genel anlamda ise Ermenistan`ın görüşmeler sürecinde giderek inisiyatifi kaybetmesi ve NATO`nun Chicago zirvesinde olduğu gibi, ufak da olsa siyasi ve diplomatik yenilgiler aldığı süreçte gelmesi dikkatlerden kaçmıyor. Keza Ermenistan`ın Azerbaycan`ı uygun şartları oluşturmadan savaşa çekerek “Rus müdahalesi senaryosunu” gündeme getirmesi olası. Azerbaycan açısından ise bu ateşkes ihlali olası bir savaş halinde askeri ve uluslararası dengeler bakımından önemli bir gösterge sayılabilir.
Bu açıklamalar ışığında gündemdeki esas iki soruya gelecek olursak. Öncelikle, bu ateşkes 3. Karabağ savaşının başlangıcı mı? Zaman bunun böyle olmadığını zaten göstermiş. Ancak bunun küçük bir prova olduğunu söylemek yanlış olmaz her halde. İkincisi, 3. Karabağ savaşının olma ihtimali var mı? Şu bir gerçek ki, Ermenistan Azerbaycan topraklarını işgalde tuttuğu sürece bu ihtimal zayıf sayılmayacak kadar önemli. 3. Karabağ savaşının başlamasına ilişkin uygun zamanlamayı ise ülke içi dengelerden daha çok, Ermenistan’ın görüşmelerdeki tavrı ile uluslararası dinamikler belirleyecek. Uluslararası aktörlerden Rusya, Batı, Türkiye ve İran`ın bu konudaki gibi yaklaşım ve olası tavırlarını ise artık başka yazılarımızda ayrıntılı ele alacağız.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
19.06.2012 21:00 Yerel saatı | 18:00 Dünya saatı

“Kafkasya-2012” hangi anlama geliyor?




Son bir haftada Kafkasya gündeminin en önemli başlıklardan birini “Kafkasya-2012” isimli Rus askeri tatbikatı oluşturmakta.
Kuzey Kafkasya`da, ya da son yıllardaki Kremlin terminolojisi ile “Güney Askeri bölgesinde” 17-23 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen tatbikatta 8 bin kadar asker, 200’den fazla askeri araç, farklı amaçlı yaklaşık 100 top, 10 kadar askeri gemi ve tekne görev alıyor. Bizzat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nikolay Makarov yönetiminde gerçekleşen tatbikatı Devlet Başkanı Vladimir Putin de izledi.
“Kafkasya-2012” son yıllarda askeri tatbikatlara özel önem veren Kremlin yönetiminin bu yıl içerisinde gerçekleştirdiği en büyük ve önemli tatbikat niteliğini taşıyor. Tatbikatın temelde 3 esas mesajının olduğu söylenebilir.
Öncelikle, “Kafkasya-2012” tatbikatını “Rusya`nın Filistin`i” olarak tanımlanan ve ciddi güvenlik sorunlarının bulunduğu Kuzey Kafkasya`daki askeri etkinliğini koruma çabası gibi nitelendirebiliriz. 2014 yılında bölgede Soçi olimpiyatlarının yapılacak olması ve son dönemlerde Rus yanlısı kişilere yapılan suikastların artması bu tatbikatın iç güvenlik bağlamındaki önemini açıkça ortaya koymakta. Nitekim tatbikatın sadece ordu birlikleri ile sınırlı kalmamış olması ve iç güvenlik birimlerinin de burada iştiraki bu çerçevede değerlendirilebilinir.
Tatbikatın ikinci mesajı genel anlamda eski Sovyet coğrafyasında, özel olarak ise Güney Kafkasya`nın Azerbaycan ve Gürcistan gibi Kremlin’in sözü dinlemeyen ülkelerine yöneliktir. Eski Sovyet coğrafyasında etkinliğini korumak için çeşitli vasıtalardan istifade eden Rusya`nın bu süreçte askeri faktöre özel önem verdiği zaten iyi bilinmekte. Son dönemlerde eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki askeri varlığını uzun süreli anlaşmalarla garanti altına alan Kremlin, zaman-zaman yaptığı tatbikatlarla bir yandan askeri güç gösterisi yapmakta, diğer yandan ise bu sürece eski cumhuriyetleri de katarak bölgede askeri işbirliğini derinleştirmeye çalışmaktadır.
Nitekim, “Kafkasya-2012” tatbikatının 2008 yılındaki Rus-Gürcü savaşının ertesi yılından itibaren düzenli yapılmaya başlanması da bu olayın askeri güç gösterisi niteliğini açıkça ifade ediyor. Her sene genellikle yaz aylarında yapılan tatbikatın bu yıl son baharda, tam da Gürcistan`da parlamento seçimleri arifesinde yapılmış olması da gözden kaçmıyor. Zaten Gürcü yönetimi de tatbikatı kendisi ve bölge için tehlike gibi gördüğünü açıkladı.
Yine tatbikatın Rusya ile Azerbaycan arasında Gebele üssü konusunda anlaşmazlığın yaşandığı dönemde gerçekleşmesi de dikkate değer bir husus. Tatbikata Rusya Hazar filosunun bazı gemilerinin iştiraki de bu çerçevede düşünülebilir. Keza tatbikat, Jirinkovski`nin Azerbaycan aleyhte açıklamaları ve Kafkasya`da Rus-Ermeni ittifakına ilişkin demeciyle aynı döneme denk gelmesi ile de özel bir anlam kazandı.
Basında daha çok “Kafkasya-2012” tatbikatı yer alırken, aynı tarihlerde eski Sovyet coğrafyasında, merkezinde Rusya`nın olduğu askeri nitelikli iki tatbikat daha gerçekleşti. Bunlardan birincisi Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünün Ermenistan`da yapılan “İşbirliği-2102” tatbikatıdır. Bir diğer önemli olay gibi ise aynı örgütün içişleri bakanlıklarının Moskova civarında yaptığı “Yıldırım-2012” eğitim tatbikatı sayılabilir.
Kafkasya-2012 tatbikatının üçüncü önemli mesajı Orta Doğu merkezli gelişmelere ilişkindir. Zaten bu tatbikatın strateji nitelikli olduğunun açıklanması bu kapsamda okunmalı. Zira İran ve Suriye ekseninde gelişmelerden ve bu olayların Kafkasya`daki güç dengelerine olası etkilerinden rahatsız olan Moskova bu tatbikata özel önem veriyor. Nitekim tatbikata başkan Putin`in katılarak verdiği mesajlar ve askeri sürecin bizzat Rusya genelkurmay başkanı tarafından yönetilmiş olması bu olayın stratejik ve siyasi boyutunu ortaya koymakta. Yine tatbikatta İran sınırındaki Hazar filosunun, görev alanı içerisinde Akdeniz`in de bulunduğu Karadeniz filosundan gemilerin ve uzun menzilli askeri uçakların iştikakı ise işin askeri boyutu bakımından anlamlı. Keza, tatbikatın bu niteliği Ermenistan`da yapılan “İşbirliği-2102” tatbikatı ile birlikte düşünüldüğünde Kürecik`teki radar üssüne yönelik bir mesaj anlamı taşıdığını da söylemek mümkün.

Özetle, Kremlin yönetimi hem iç güvenlik hesapları, hem bölgesel iddiaları, hem de Ortadoğu merkezli küresel endişeleri nedeniyle askeri vasıtaları tetikte tutan bir yaklaşım içinde. Moskova`nın bu tutumu özellikle Güney Kafkasya ve İran merkezli gelişmeler sürecinde göz ardı edilmemeli.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
24.09.2012 16:45 Yerel saatı | 13:45 Dünya saatı