29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya'nın Kuzey Kafkasya Politikası ve Azerbaycan – 8




Kuzey Kafkasya: Riskler ve fırsatlar - 4
d) Jeokültürel risk ve fırsatlar - 1
Uluslararası ilişkilerle ilgili bilimsel literatürde yeni sayılabilecek " jeokültür" (Geoculture) kavramı genellikle tarih, etnik unsur ve din birleşenlerini de içeren "kültür"ün uluslararası siyasete ve uluslararası ilişkilere etkilerini nitelemek için kullanılıyor. Genelde küresel siyasette ve uluslararası ilişkilerde kültür unsuru son dönemlerde ciddi önem arz etmeye başlamıştır. Özellikle de, ideolojiye dayalı iki kutuplu sistemin 1991 yılında dağılmasından sonra iç politika ve uluslararası ilişkiler alanındaki gelişmelerin önemli unsurlarından biri gibi kültür faktörüne hem pratik, hem de teorik açıdan büyük önem verilmektedir. Bu eğilimin güçlenmesinde soğuk savaş sonrasında uluslararası sistemin ve devletlerarası ilişkilerin geleceğini jeokültürel unsuru kabartarak anlatmaya çalışan Francis Fukuyama’nın "Tarihin Sonu" (1989) ve Samuel Hantigton’un "Medeniyetler çatışması" (1993) tezlerinin büyük etkisi oldu. Bu eğilim 11 Eylül saldırılarının ardından pratik bağlamda da etkinliğini güçlendirdi.
Rusya açısından da jeokültürel faktör tarihin dış politikada önemli etki araçlardan biri olarak kullanılmıştır. Rusya'nın genişleme stratejisinde "tarihi Rus topraklarının birleştirilmesi" ve “Slav dayanışması” tezleri etnik faktörün, "üçüncü Roma teorisi" ve "Ortodoks dayanışması" tezleri din faktörünün, Karadeniz'in Rusya Çarlığı, SSCB ve Rusya Federasyonu dış politikalarındaki azalmayan önemi diğer faktörlerle birlikte tarih unsurunun etkisini gösteren önemli örnekler sayıla bilir. Hatta SSCB'nin komünist ideolojiye uluslararası ilişkilerde verdiği önem de dış politikada jeokültürel faktöre ne kadar önem verdiğinin örneği gibi değerlendirilebilinir. Rusya Federasyonu’nun kendi ulusal güvenlik ve dış politika konseptlerinde eski Sovyet mekanına birinci derecede önem vermesi de jeopolitik, güvenlik, jeoekonomik boyutların yansıra, Rus-Sovyet kültürel mirasının mirasçısı olmak iddiasının bir sonucu olarak nitelendirilebilir. Rusya Federasyonu post Sovyet ortamdaki Slav-Rus azınlıklara hamilik etme girişimleri ve/veya Rusçanın etkisini sürdürmesi, Rus televizyonlarının bölgede Sovyet dönemindeki gibi yayınlarının davamı ve ya diğer kültürel miras örneklerini korunması yönündeki çabaları da bu yaklaşımın pratik sonucudur.
Kafkasya çerçevesinde ise Rusya'nın bölgeyi ele geçirme ve bölgede halen devam eden güçlenme faaliyetlerinde öncelikle Gürcüler, sonra ise Ermeniler vasıtasıyla Hıristiyanlık faktörünü kullandığı yaygın kanaattir. Ayrıca dünyanın en büyük topraklarına sahip Rusya'nın yaklaşık 0,11 oranını teşkil eden küçük Çeçenistan'ı kaybetmemek için gösterdiği ısrarlı ve insani açıdan hayli “maliyetli” girişimlerde de “toprak kaybının kabul edilmemesi” ile Kafkasya'nın “Rusya'nın yumuşak karnı "olduğu yönündeki tarihi sendromlarının etkileri kendini açıkça göstermektedir.
Bu açıdan Kuzey Kafkasya bölgesi yazının önceki bölümlerinde yer alan faktörlerle birlikte jeokültürel açıdan da Rusya-Azerbaycan ilişkileri için önemli makamlardan biri sayılabilir. İki ülke arasındaki ilişkilerde Kuzey Kafkasya’nın jeokültürel açıdan rolü tarih, etnik unsur ve din unsurları açısından değerlendirilebilir.
Öncelikle tarihi açısından jeokültürel boyut Kuzey Kafkasya bağlamında Rusya-Azerbaycan ilişkileri için risk teşkil etmiş ve fırsatlar yaratmıştır. Tarihi açıdan Kuzey Kafkasya'nın Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde yarattığı risk "karşılıklı güvensizlik sendromu" gibi nitelendirilebilir. Azerbaycan açısından bu sendrom Rusya'nın Kuzey Kafkasya’da güçlenmesinden sonra kendisinin de Rus işgaline uğraması anlamını taşımaktadır. 19. ve 20. yüzyılların başlarındaki tarihi olaylara dayanan bu bakış açısı Azerbaycan'ın Rusya'nın emparyal çabalarına karşı Kuzey Kafkasya'yı doğal müttefik olarak görmesine ve onunla ortak pozisyon almasına neden olmaktadır. Bu yaklaşımın örnekleri 19 yüzyılın başında Rusya'nın bölgeye girişi, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde (1918-1920), SSCB döneminde (örneğin askeri hizmet sırasında, özellikle Ruslara karşı) ve 1991 yılından sonraki dönemde bazen açık, bazen de üstü örtülü biçimde kendisini göstermiştir. Yine Azerbaycan güreş ve boks milli takımlarında çok sayıda Kuzey Kafkasya kökenli sporcunun yarışması bu tarihi yakınlığın çağdaş yansıması sayılabilir. Rusya açısından da "karşılıklı güvensizlik sendromu" bağlamındaki Azerbaycan-Kuzey Kafkasya ortaklığı, "yumuşak karnı" olarak algıladığı güney sınırları açısından önemli rahatsızlık nedeni olarak algılanmaktadır. Bölgenin İran ve Türkiye gibi büyük güç, AB gibi küresel güç ve ABD gibi süper güç olma iddiasındaki aktörlerin ilgi çevrelerinde olması Rusya açısından bu tarihi ortaklığı daha da duyarlı hale getirmektedir. Bu çerçevede her iki ülkenin kendi bilinçaltı düşüncelerinde beslenen bu "karşılıklı güvensizlik sendromu" Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde gerginleştirici etken rolünü oynamaktadır.
Diğer taraftan Azerbaycan ile Kuzey Kafkasya arasındaki tarihi ortaklık Rusya-Azerbaycan ilişkilerinin gelişmesi için önemli fırsat yaratmaktadır. Öyle ki, Rusya açısından Azerbaycan-Kuzey Kafkasya tarihi yakınlığı bu bölgenin sosyal ve ekonomik sorunlarının daha da ağırlaşmasına bir ölçüde engel olmaktadır. Nitekim Kuzey Kafkasya'dan çalışmak, yaşamak veya tedavi olmak için Azerbaycan'a gelenlerin sayısı hiç de az değil. Azerbaycan açısından ise bu süreç, tarihi ortaklığın yeni unsurlarla daha da güçlendirilerek sürdürülmesi olanağı yaratmaktadır.
Devam edecek ...
Dr. Nazim CAFERSOY
Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM - www.qafsam.org) analisti
16.05.2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder