Kuzey Kafkasya: Riskler ve fırsatlar - 4
d) Jeokültürel risk ve
fırsatlar - 1
Uluslararası ilişkilerle
ilgili bilimsel literatürde yeni sayılabilecek " jeokültür"
(Geoculture) kavramı genellikle tarih, etnik unsur ve din birleşenlerini de
içeren "kültür"ün uluslararası siyasete ve uluslararası ilişkilere
etkilerini nitelemek için kullanılıyor. Genelde küresel siyasette ve
uluslararası ilişkilerde kültür unsuru son dönemlerde ciddi önem arz etmeye
başlamıştır. Özellikle de, ideolojiye dayalı iki kutuplu sistemin 1991 yılında
dağılmasından sonra iç politika ve uluslararası ilişkiler alanındaki
gelişmelerin önemli unsurlarından biri gibi kültür faktörüne hem pratik, hem de
teorik açıdan büyük önem verilmektedir. Bu eğilimin güçlenmesinde soğuk savaş
sonrasında uluslararası sistemin ve devletlerarası ilişkilerin geleceğini
jeokültürel unsuru kabartarak anlatmaya çalışan Francis Fukuyama’nın
"Tarihin Sonu" (1989) ve Samuel Hantigton’un "Medeniyetler
çatışması" (1993) tezlerinin büyük etkisi oldu. Bu eğilim 11 Eylül
saldırılarının ardından pratik bağlamda da etkinliğini güçlendirdi.
Rusya açısından da
jeokültürel faktör tarihin dış politikada önemli etki araçlardan biri olarak
kullanılmıştır. Rusya'nın genişleme stratejisinde "tarihi Rus
topraklarının birleştirilmesi" ve “Slav dayanışması” tezleri etnik
faktörün, "üçüncü Roma teorisi" ve "Ortodoks dayanışması"
tezleri din faktörünün, Karadeniz'in Rusya Çarlığı, SSCB ve Rusya Federasyonu
dış politikalarındaki azalmayan önemi diğer faktörlerle birlikte tarih
unsurunun etkisini gösteren önemli örnekler sayıla bilir. Hatta SSCB'nin
komünist ideolojiye uluslararası ilişkilerde verdiği önem de dış politikada
jeokültürel faktöre ne kadar önem verdiğinin örneği gibi değerlendirilebilinir.
Rusya Federasyonu’nun kendi ulusal güvenlik ve dış politika konseptlerinde eski
Sovyet mekanına birinci derecede önem vermesi de jeopolitik, güvenlik,
jeoekonomik boyutların yansıra, Rus-Sovyet kültürel mirasının mirasçısı olmak
iddiasının bir sonucu olarak nitelendirilebilir. Rusya Federasyonu post Sovyet
ortamdaki Slav-Rus azınlıklara hamilik etme girişimleri ve/veya Rusçanın
etkisini sürdürmesi, Rus televizyonlarının bölgede Sovyet dönemindeki gibi
yayınlarının davamı ve ya diğer kültürel miras örneklerini korunması yönündeki
çabaları da bu yaklaşımın pratik sonucudur.
Kafkasya çerçevesinde
ise Rusya'nın bölgeyi ele geçirme ve bölgede halen devam eden güçlenme
faaliyetlerinde öncelikle Gürcüler, sonra ise Ermeniler vasıtasıyla
Hıristiyanlık faktörünü kullandığı yaygın kanaattir. Ayrıca dünyanın en büyük
topraklarına sahip Rusya'nın yaklaşık 0,11 oranını teşkil eden küçük
Çeçenistan'ı kaybetmemek için gösterdiği ısrarlı ve insani açıdan hayli
“maliyetli” girişimlerde de “toprak kaybının kabul edilmemesi” ile Kafkasya'nın
“Rusya'nın yumuşak karnı "olduğu yönündeki tarihi sendromlarının etkileri
kendini açıkça göstermektedir.
Bu açıdan Kuzey Kafkasya
bölgesi yazının önceki bölümlerinde yer alan faktörlerle birlikte jeokültürel
açıdan da Rusya-Azerbaycan ilişkileri için önemli makamlardan biri sayılabilir.
İki ülke arasındaki ilişkilerde Kuzey Kafkasya’nın jeokültürel açıdan rolü
tarih, etnik unsur ve din unsurları açısından değerlendirilebilir.
Öncelikle tarihi
açısından jeokültürel boyut Kuzey Kafkasya bağlamında Rusya-Azerbaycan
ilişkileri için risk teşkil etmiş ve fırsatlar yaratmıştır. Tarihi açıdan Kuzey
Kafkasya'nın Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde yarattığı risk "karşılıklı
güvensizlik sendromu" gibi nitelendirilebilir. Azerbaycan açısından bu
sendrom Rusya'nın Kuzey Kafkasya’da güçlenmesinden sonra kendisinin de Rus
işgaline uğraması anlamını taşımaktadır. 19. ve 20. yüzyılların başlarındaki
tarihi olaylara dayanan bu bakış açısı Azerbaycan'ın Rusya'nın emparyal
çabalarına karşı Kuzey Kafkasya'yı doğal müttefik olarak görmesine ve onunla
ortak pozisyon almasına neden olmaktadır. Bu yaklaşımın örnekleri 19 yüzyılın
başında Rusya'nın bölgeye girişi, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde
(1918-1920), SSCB döneminde (örneğin askeri hizmet sırasında, özellikle Ruslara
karşı) ve 1991 yılından sonraki dönemde bazen açık, bazen de üstü örtülü
biçimde kendisini göstermiştir. Yine Azerbaycan güreş ve boks milli
takımlarında çok sayıda Kuzey Kafkasya kökenli sporcunun yarışması bu tarihi
yakınlığın çağdaş yansıması sayılabilir. Rusya açısından da "karşılıklı
güvensizlik sendromu" bağlamındaki Azerbaycan-Kuzey Kafkasya ortaklığı,
"yumuşak karnı" olarak algıladığı güney sınırları açısından önemli
rahatsızlık nedeni olarak algılanmaktadır. Bölgenin İran ve Türkiye gibi büyük
güç, AB gibi küresel güç ve ABD gibi süper güç olma iddiasındaki aktörlerin
ilgi çevrelerinde olması Rusya açısından bu tarihi ortaklığı daha da duyarlı
hale getirmektedir. Bu çerçevede her iki ülkenin kendi bilinçaltı düşüncelerinde
beslenen bu "karşılıklı güvensizlik sendromu" Rusya-Azerbaycan
ilişkilerinde gerginleştirici etken rolünü oynamaktadır.
Diğer taraftan
Azerbaycan ile Kuzey Kafkasya arasındaki tarihi ortaklık Rusya-Azerbaycan
ilişkilerinin gelişmesi için önemli fırsat yaratmaktadır. Öyle ki, Rusya
açısından Azerbaycan-Kuzey Kafkasya tarihi yakınlığı bu bölgenin sosyal ve
ekonomik sorunlarının daha da ağırlaşmasına bir ölçüde engel olmaktadır.
Nitekim Kuzey Kafkasya'dan çalışmak, yaşamak veya tedavi olmak için
Azerbaycan'a gelenlerin sayısı hiç de az değil. Azerbaycan açısından ise bu
süreç, tarihi ortaklığın yeni unsurlarla daha da güçlendirilerek sürdürülmesi
olanağı yaratmaktadır.
Devam edecek ...
Dr. Nazim CAFERSOY
Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM - www.qafsam.org) analisti
Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM - www.qafsam.org) analisti
16.05.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder