30 Aralık 2014 Salı

“Rus İslamı” ve Azerbaycan - 2



Rusya`da Din ve Siyaset
Bu çerçevede uluslarası ilişkilerde genel manzaranı ortya koyduktan sonra Rusya`nın bu resmin neresinde olduğuna bakmak gerekmektedir. Bilindiği üzere, Rusya siyasal sistem bakımından laik devlettir. Ancak sosyolojik bağlamda ülke nüfusu arasında yaygın olan belli başlı inançları Hristiyanlık, İslam, Yahudilik, Budizm, Putperestlik şeklinde sıralamak mümkündür.  
Bu bağlamda Rusya`da hakim dini yapı Hristiyanlığın Ortodokus mezhebidir. Ortodoksluğun Rus tarihi içindeki önemi Kiev Knezi Vladimir’in 989’da Hıristiyanlığı ülkesinin resmi dini olarak kabulü ile başlamıştır. Vergiden muaf tutulduğu Moğol egemenliği döneminde (13–15. yüzyıl) “Altın çağını” yaşayan Rusya Ortodoks Kilisesi, sahip olduğu manevi gücüyle önce Moskova Knezliği’nin gücünün pekişmesine, sonrasında da Rusya’da emperyal iktidar ideolojisinin felsefi çerçevesinin oluştulmasında görev üstlenmiştir. Ünlü Rusya tarihçisi Richard Pipes’a göre, Ortodoks dininin egemen olduğu Rus emperyal ideolojisi dört temel önermeden oluşmaktadır: Kral iktidarının tanrısallığı, İmparatorluk bağı, Rusya’yı yönetenlerin evrensel Ortodokshükümdarlar oluşu ve Üçüncü Roma teorisi. Bu önermelerden “kral iktidarının tanrısallığı” ilkesi otoritenin kaynağının Tanrı olduğunu, Rus Çarlarının da bu yetkisiyi Tanrı adına kullandığını ve çarın aynı zamanda Ortodoks Kilisesi’nin geçici yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. İmparatorluk bağı ile Rusya imparatorlarının Roma İmparatoru Augustus’un soyundan gelen en eski ve en saygın hanedan olduğu vurgulanmaktadır. Rusya’yı yönetenlerin evrensel Ortodoks hükümdarlar oluşu önermesi bütün Ortodoksların imparatoru, yöneticisi ve koruyucusu anlamını taşımaktadır. Bu önermeden “Slav topraklarının birleştirilmesi” misyonu çerçevesinde geniş ölçüde yararlanıldığını  yazının bir önceki “etnik faktörü” kısmında anlatmıştı. Üçüncü Roma teorisi ise Rus Ortodoks Kilisesi’nin Rus emperyal ideolojisinin dışsal boyutu üzerinde büyük etkisi olan bir önerme olarak öne çıkmaktadır.          
Rusya tarihînde geleneksel olarak dinsel güç bağımsız biçimde iktidar mücadelesinin bağımsız bir aktörüne dönüşmemiş, Knezlik ve Çarlık dönemlerinde dünyevi iktidarın yanında yer alarak onun gücünün pekişmesinde meşruiyet unsuru işlevi görmüştür.  Bu işlev sadece iç meşruiyet anlamını taşımamış, özellikle 1453’de Osmanlı’nın İstanbul’u fethi ve 15. yüzyılda Rusya’nın emperyal yayılma sürecine başlamasıyla beraber dışsal nitelik de kazanmıştır. Bu dışsal meşruiyet “Moskova-Üçüncü Roma’dır” formülüyle ortaya koyulmuştur. İstanbul’un Türkler tarafından fethinin ardından Ortodoks din adamlarından Rusya’nın Pskov kentinin rahibi Filofey, Moskova Knezi’nin Ortodoksluğun hamisi misyonunu üstlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Filofey, “Moskova-Üçüncü Romadır”anlayışını sistemleştirerek, 1503’de yazılı olarak Moskova Knezi III. Vasili’ye sunmuştur: “Evvelce dünyanın merkezi Roma idi. Sonra Yeni Roma (yani İstanbul) oldu. Her iki Roma da düştü. Hâlbuki Üçüncü Roma ayaktadır, o da Moskova’dır. Hıristiyanlıktaki ‘mukaddes üçlü’ hükmünce Dördüncü Roma olmayacaktır; Şu halde Moskova dünya hâkimiyetinin yeni merkezidir.”           
Bu görüş Moskova Knezleri ve daha sonra da Rusya Çarları için devletin genişletilmesi için uygun bir gerekçe oluştururken, bazı güncel analizciler “Moskova Üçüncü Roma’dır” görüşünün Rusya’nın ilk jeopolitik doktrini olduğunu savunmaktadırlar. Bu arada başka bir görüş de, Moskova Knezliği’nin Üçüncü Roma doktrininden önce sadece Rus topraklarını bir araya getirme uğraşı içindeyken, bu doktrinden sonra sınırsız emperyal yayılma misyonu içine girdiğini savunmaktadır. Bu görüş, anılan doktrinin, Sovyet yayılmacığı üzerinde de etkili olduğunu, özellikle Stalin döneminde Doğu Avrupa’daki Sovyet yayılmacılığının (buna Türk Boğazlarına yönelik talepleri de katabiliriz) bu doktrinle bağlantılı olduğunu  ileri sürmektedir. Hatta, 1830-40’lardan itibaren Rus entelektüelleri arasında yayılan Panslavizm ideolojisi Ortodoksluk, otokrasi ve Slav bileşkesine dayanmıştır. Slavcılar, Slav etnik temeline dayanan ideolojik temelden yola çıkarak, Rusya’nın bu işin liderliğini üstlenmesi gerektiği üzerinde durmuşlardır. Ayrıca, Rusya’nın Batıdan farklı olduğunu, bu farklılığın temelinde yalnız etnik farklılığın olmadığını, Ortodokslukla pekiştiğini vurgulamışlardır.
Aslında Rus milliyetçiliğini Batı Avrupa’daki milliyetçiliklerden ayıran en önemli fark, bu milliyetçiliğinin Batıdaki laik nitelikli milliyetçiliklere oranla din faktörünü (bu örnekte Ortodoks mezhebini) kendi millî kimliğinin bir parçası olarak içselleştirmeyi başarmış olmasıdır. Sovyet döneminde sistemin ideolojisi gereği baskı altına alınan Ortodoksluk 1991`den sonra Rus milli kimliyinin en önemli unsurlarından biri gibi yeniden gündeme gelmiştir. Bu yöndeki çabaların özellikle, Putin iktidara geldiği 2000`li yılların başından itibaren özel bir hız kazandığı ve Rusya yönetiminin Rus Ortodosluk klisesinin toplumsal ve siyasi etkinliyinin güclendirme yönünde politikalar izlendiği gözlemlenmektedir. Yine bu kapsamda Moskova  yönetimi  Rus Ortodokus killisesinin BDT coğrafyasındakı  bölgesel liderliyi için Ukrayna Kilisesi ile, küresel boyutdakı liderliyi için ise Fener Rum Partikliği ile rekabetine destek veriyor ve hatta  tesvik ediyor.
Devam edecek.....


Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Analisti (QAFSAM-www.qafsam.org)
30.08.2011 15:00 Yerel saatı | 12:00 Dünya saatı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder