Rusya`da Din ve Siyaset
Bu çerçevede uluslarası ilişkilerde
genel manzaranı ortya koyduktan sonra Rusya`nın bu resmin neresinde olduğuna
bakmak gerekmektedir. Bilindiği üzere, Rusya siyasal sistem bakımından laik
devlettir. Ancak sosyolojik bağlamda ülke nüfusu arasında yaygın olan belli
başlı inançları Hristiyanlık, İslam, Yahudilik, Budizm, Putperestlik şeklinde
sıralamak mümkündür.
Bu bağlamda Rusya`da
hakim dini yapı Hristiyanlığın Ortodokus mezhebidir. Ortodoksluğun Rus tarihi
içindeki önemi Kiev Knezi Vladimir’in 989’da Hıristiyanlığı ülkesinin resmi
dini olarak kabulü ile başlamıştır. Vergiden muaf tutulduğu Moğol egemenliği
döneminde (13–15. yüzyıl) “Altın çağını” yaşayan Rusya Ortodoks Kilisesi, sahip
olduğu manevi gücüyle önce Moskova Knezliği’nin gücünün pekişmesine, sonrasında
da Rusya’da emperyal iktidar ideolojisinin felsefi çerçevesinin oluştulmasında
görev üstlenmiştir. Ünlü Rusya tarihçisi Richard Pipes’a göre, Ortodoks dininin
egemen olduğu Rus emperyal ideolojisi dört temel önermeden oluşmaktadır: Kral
iktidarının tanrısallığı, İmparatorluk bağı, Rusya’yı yönetenlerin evrensel
Ortodokshükümdarlar oluşu ve Üçüncü Roma teorisi. Bu önermelerden “kral
iktidarının tanrısallığı” ilkesi otoritenin kaynağının Tanrı olduğunu, Rus
Çarlarının da bu yetkisiyi Tanrı adına kullandığını ve çarın aynı zamanda
Ortodoks Kilisesi’nin geçici yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. İmparatorluk
bağı ile Rusya imparatorlarının Roma İmparatoru Augustus’un soyundan gelen en
eski ve en saygın hanedan olduğu vurgulanmaktadır. Rusya’yı yönetenlerin
evrensel Ortodoks hükümdarlar oluşu önermesi bütün Ortodoksların imparatoru,
yöneticisi ve koruyucusu anlamını taşımaktadır. Bu önermeden “Slav
topraklarının birleştirilmesi” misyonu çerçevesinde geniş ölçüde
yararlanıldığını yazının bir önceki “etnik faktörü” kısmında anlatmıştı.
Üçüncü Roma teorisi ise Rus Ortodoks Kilisesi’nin Rus emperyal ideolojisinin
dışsal boyutu üzerinde büyük etkisi olan bir önerme olarak öne
çıkmaktadır.
Rusya tarihînde
geleneksel olarak dinsel güç bağımsız biçimde iktidar mücadelesinin bağımsız
bir aktörüne dönüşmemiş, Knezlik ve Çarlık dönemlerinde dünyevi iktidarın
yanında yer alarak onun gücünün pekişmesinde meşruiyet unsuru işlevi
görmüştür. Bu işlev sadece iç meşruiyet anlamını taşımamış, özellikle
1453’de Osmanlı’nın İstanbul’u fethi ve 15. yüzyılda Rusya’nın emperyal yayılma
sürecine başlamasıyla beraber dışsal nitelik de kazanmıştır. Bu dışsal
meşruiyet “Moskova-Üçüncü Roma’dır” formülüyle ortaya koyulmuştur.
İstanbul’un Türkler tarafından fethinin ardından Ortodoks din adamlarından
Rusya’nın Pskov kentinin rahibi Filofey, Moskova Knezi’nin Ortodoksluğun hamisi
misyonunu üstlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Filofey, “Moskova-Üçüncü
Romadır”anlayışını sistemleştirerek, 1503’de yazılı olarak Moskova Knezi III.
Vasili’ye sunmuştur: “Evvelce dünyanın merkezi Roma idi. Sonra Yeni Roma (yani
İstanbul) oldu. Her iki Roma da düştü. Hâlbuki Üçüncü Roma ayaktadır, o da
Moskova’dır. Hıristiyanlıktaki ‘mukaddes üçlü’ hükmünce Dördüncü Roma
olmayacaktır; Şu halde Moskova dünya hâkimiyetinin yeni
merkezidir.”
Bu görüş Moskova
Knezleri ve daha sonra da Rusya Çarları için devletin genişletilmesi için uygun
bir gerekçe oluştururken, bazı güncel analizciler “Moskova Üçüncü Roma’dır”
görüşünün Rusya’nın ilk jeopolitik doktrini olduğunu savunmaktadırlar. Bu arada
başka bir görüş de, Moskova Knezliği’nin Üçüncü Roma doktrininden
önce sadece Rus topraklarını bir araya getirme uğraşı içindeyken, bu doktrinden
sonra sınırsız emperyal yayılma misyonu içine girdiğini savunmaktadır. Bu
görüş, anılan doktrinin, Sovyet yayılmacığı üzerinde de etkili olduğunu,
özellikle Stalin döneminde Doğu Avrupa’daki Sovyet yayılmacılığının (buna Türk
Boğazlarına yönelik talepleri de katabiliriz) bu doktrinle bağlantılı olduğunu
ileri sürmektedir. Hatta, 1830-40’lardan itibaren Rus entelektüelleri
arasında yayılan Panslavizm ideolojisi Ortodoksluk, otokrasi ve Slav
bileşkesine dayanmıştır. Slavcılar, Slav etnik temeline dayanan ideolojik
temelden yola çıkarak, Rusya’nın bu işin liderliğini üstlenmesi gerektiği üzerinde
durmuşlardır. Ayrıca, Rusya’nın Batıdan farklı olduğunu, bu farklılığın
temelinde yalnız etnik farklılığın olmadığını, Ortodokslukla pekiştiğini
vurgulamışlardır.
Aslında Rus
milliyetçiliğini Batı Avrupa’daki milliyetçiliklerden ayıran en önemli fark, bu
milliyetçiliğinin Batıdaki laik nitelikli milliyetçiliklere oranla din
faktörünü (bu örnekte Ortodoks mezhebini) kendi millî kimliğinin bir parçası
olarak içselleştirmeyi başarmış olmasıdır. Sovyet döneminde sistemin ideolojisi
gereği baskı altına alınan Ortodoksluk 1991`den sonra Rus milli kimliyinin en
önemli unsurlarından biri gibi yeniden gündeme gelmiştir. Bu yöndeki çabaların
özellikle, Putin iktidara geldiği 2000`li yılların başından itibaren özel bir
hız kazandığı ve Rusya yönetiminin Rus Ortodosluk klisesinin toplumsal ve
siyasi etkinliyinin güclendirme yönünde politikalar izlendiği
gözlemlenmektedir. Yine bu kapsamda Moskova yönetimi Rus Ortodokus
killisesinin BDT coğrafyasındakı bölgesel liderliyi için Ukrayna Kilisesi
ile, küresel boyutdakı liderliyi için ise Fener Rum Partikliği ile rekabetine
destek veriyor ve hatta tesvik ediyor.
Devam edecek.....
30.08.2011 15:00 Yerel saatı | 12:00 Dünya saatı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder