Rusya`nın dış politikada BDT coğrafyasını önceleyen politikasının
önümüzdeki dönemde de güçlenerek devam etmesi Kremlin yönetiminin Güney
Kafkasya`ya ilişkin planlarını da ilgiyle takip etmeyi gerektirmektedir.
Tarihsel olarak Rusya`nın 18. yüzyıldan itibaren özel önem atfettiği bu bölge
1991 sonrası da önemini korumaya devam etmiştir.
Keza, Rusya`nın komşusu
olması ve Moskova yönetiminin öncelik tanıdığı eski Sovyet coğrafyasının bir
parçasını oluşturmanın yanı sıra, tarihi rakipler Türkiye ve İran`la aradaki
tampon bölge anlamını kazanan Güney Kafkasya. Dahası bölge Avrasya’daki güç
mücadelesinin kaderini belirmede en önemli araçların başında gelen enerji
bağlamında da kritik öneme haizdi.
Zaten bağımsızlıktan
sonraki 20 sene zarfında bölgenin önemi hiç azalmadı, aksine bu öneme yeni
boyutlar eklendi. Giderek daha fazla küresel boyutlu bir krize dönüşme
potansiyeli taşıyan İran`la komşu olma, ya da “Arap Baharı” (acaba artık “Kışı”
mı desek) hemen yanı başında olması Güney Kafkasya`yı Rusya bakımından daha da
anlamlı hale getirmekte. Hani şu ABD ile Rusya arasında son dönemlerin en
önemli gerginliği olan füze savunma sistemi tartışması da bölgedeki gelişmelere
ayrı bir yön vermekte.
Kremlin yönetimi de
önemi kendisi açısından sürdüren bu bölgeye ilgisini azaltmadı zaten.
Moskova`nın bölgeye ilişkin etkinlik sürecinde geçen dönemi 3 önemli aşamaya
bölmek mümkün. 1991-99 dönemi Rusya bakımından ciddi bir gerileme dönemi olarak
değerlendirilebilinir. Bu dönemin başlangıcını sembolize eden olaylar ise
Gürcistan`da Gamsahurdiya, Azerbaycan`da Elçibey`in iktidara gelişi ve akabinde
bölgede Rus siyasi, askeri ve kültürel gücünü gerileten gelişmelerin yaşanması
idi.
Rusya`nın bu gerilemeyi
engellemek için çevirdiği oyunlar, bu iktidarların gitmesine neden olsa da,
yerine gelen Eduard Şevardnadze ve Haydar Aliyev, Moskova ile göreceli olarak
dengeli ilişki kurmayı tercih ettiler. Keza, bu iki ülkenin Bakü-Ceyhan hattı
konusundaki ısrarı ve Rus ordusunun ülkelerinde barınmasına karşı gösterdiği
direniş Moskova için bu dönemin arzu edilmeyen sonuçlarındandı. Bu dönemin
Rusya açısından teskinlik verici boyutu ise Ermenistan`daki mevzilerini
koruması olmuştur.
2000-2008 arasındaki
dönem Kremlin bakımından mevcut gerileme sürecini durdurma ve mümkün olduğunca
geriye çevirmeye çalışma dönemi olarak tanımlanabilinir. Rusya`da Vladimir
Putin`in iktidara gelmesi ile başlayan bu süreç enerji kaynaklarının yanı sıra,
11 Eylül saldırıları bağlamında ABD`nin bölgeye artan ilgisi nedeniyle ciddi
bir meydan okuma ile karşı karşıya kalmıştır. Keza, Gürcistan`da Saakaşvili`nin
iktidara gelişi ve Bakü-Ceyhan`ın gerçekleşmesi fonunda Moskova`nın işleri
yeterince yolunda gitmedi. Her şeye rağmen, Rusya`nın Ermenistan`ı nerdeyse kendisinin
bir parçasına dönüştürmesi, Azerbaycan`la ilişkileri dengeye oturtma çabası ve
Gürcistan`nın NATO üyeliğine muhalefetinin sonuç veriyor olması Moskova`nın
başarı hanesine yazılabilir.
Rusya`nın Güney
Kafkasya`ya ilişkin politikasının üçüncü aşamasını ise 2008 Ağustos’unda
Kremlin yönetiminin Gürcistan`a askeri müdahalesi ile başlatabiliriz. O
tarihten beri gelişmeler ve Rusya`nın attığı adımlar Moskova yönetiminin bu
dönemi Güney Kafkasya”da yeniden kendi düzenini kurma dönemi olarak gördüğünü
söylemeyi mümkün kılıyor. Abhazya ve Güney Osetya`ya kurulan yeni askeri üsler,
Ermenistan`daki askeri üslerin süresinin artırılması Rus dış politikasının bu
amacının önemli başarılı örnekleri gibi görülebilinir.
Rusya bu dönemde bölge
ülkelerindeki seçimleri ise kendisi için önemli fırsatlar süreci gibi görmekte.
Nitekim 2012 sonunda Gürcistan`daki seçimler süreci ve sonunda ortaya çıkan
sonucun Moskova için yarattığı fırsatları hatırlamak yeterli. Buna Şubat ayının
ortasında Ermenistan`da, Kasım`da ise Azerbaycan`da başkanlık seçimlerini de
eklemek lazım. Bu konuya diğer yazılarımızda devam edeceğiz.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
30.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder