Rusya`ya tekrar başkan olan Vladimir Putin`in dış politika öncelikleri
içerisinde BDT coğrafyası özel önem arz ediyor. Yeni başkanının seçim döneminde
en önemli projesinin post Sovyet coğrafyasında Avrasya Birliği yaratmak
olduğunu açıklaması da bu ilginin ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor.
Ancak Rusya`nın bu
bölgeye ilgisi Putin`le sınırlı değil. BDT coğrafyası son 20 yılda Rusya
devletini ve dış politikasını yönetenlerin yanı sıra, muhaliflerin de önemi ve
önceliği konusunda ittifak yaptığı bir bölge.
Rus dış politikası için
post Sovyet coğrafyası ya da 1991`de kurulan kurumun adı ile BDT coğrafyası
olarak değerlendirilen mesele SSCB`nin çözülüşünün ortaya çıkardığı bir konu.
Şöyle ki, eski Sovyet coğrafyası Rusya’nın ulusal güvenlik anlayışı ve dış
politikası bakımından büyük önem arz eden bir coğrafyadır. Bu önemi birkaç
kalemde özetlemek mümkün.
Öncelikle, bu coğrafya
geleneksel Rus stratejik anlayışı bağlamında, hem Çarlık, hem de SSCB döneminde
ülkenin ayrılmaz parçası olarak kabul edilmişti. Son 20 yılın deneyimi Rusya
Federasyonu’nda da bu anlayış etkilerinin çok güçlü olduğunu ortaya koyuyor.
İkincisi, Rusya için
sınır coğrafyasındaki sıcak çatışmalar ve istikrarsızlıklar önemli bir güvenlik
sorunudur. Üçüncüsü, bu coğrafyada yaşayan 25 milyonun üzerindeki Rus nüfusun
kaderi de Rusya için önemli bir endişe kaynağıdır. Dördüncüsü ve belki de en
önemlisi, SSCB’nin dağılmasının ardından jeopolitik güç boşluğunun ortaya
çıktığı bu coğrafyada Türkiye ve İran gibi bölgesel, ABD, AB gibi bölge dışı
ülkelerin etkinlik faaliyetleri de Rusya’nın endişelenmesine neden oluyor.
BDT coğrafyası Rus dış
politikasındaki stratejik anlayış değişikliklerinden en fazla etkilenen
alanların başında gelmektedir. O kadar ki, Rus dış politikasının bu bölgedeki
anlayış ve politikaları aynı zamanda Rusya`nın sorunlu emperyal geçmişinden ne
kadar uzaklaştığının ve ne kadar değişebildiğinin en önemi göstergelerinden
sayılmıştır. Keza, özelikle Batılı karar alıcılar ve uzmanlar zaman-zaman Rus
diplomasisinin bu bölgedeki konumundan hareketle Rusya ile ilişkilerin geneline
ilişkin tavır geliştirmeye çalıştırmışlardır.
Nitekim 1991 sonrası Rus
dış politikasında etkin olan Atlantikçilik ve Avrasyacılık gibi akımların
anlayışlarında bu bölge özel bir yer tutmuştur. Rus dış politikasında
Atlantikçilerin etkin olduğu 1991 -1992 döneminde Rusya yönetimin bölgeye
bakışını şöyle özetlemek mümkündür: Atlantikçiler esas öncelik alanı olarak
Batı’yı gördükleri için eski Sovyet mekânına ilişkin tavırlarını da Batı değer
ve çıkarları ile uyumlu hale getirme çabasındaydılar.
Eski Sovyet
coğrafyasının Batı ile ilişkilerde sorun yaratmasını istemeyen Atlantikçiler,
bölgeye ilişkin emperyal politikalar yerine, ekonomik öncelikli ve bağımsız
devletler arasında gönüllülüğe dayanan ilişki modelini benimsiyorlardı. Fakat
hem Rusya’nın içinden geleneksel emperyal anlayışın direnişi, hem de BDT
mekânındaki istikrarsızlıklar Atlantikçilerin bu yaklaşımını etkisiz kılan
gelişmeleri beraberinde getirdi. Bu iki faktörün Rus iç politikası üzerindeki
ve Başkan Boris Yeltsin`in siyasi gücü üzerindeki etkisi ise yeni bir dış
politika anlayışını gündeme getirdi.
Yeni çizgiye kaymanın
dış politikadaki ilk yansımaları bölgesel anlamda BDT coğrafyasına ilişkin
önemli bir anlayış değişikliğiyle ortaya çıktı. 23 Nisan 1993’de kabul edilen
Rusya Dış Politika Doktrini BDT coğrafyasını Rusya’nın özel çıkarlarının ve
önceliğinin bulunduğu “yakın çevre” (blijnoe zarubejye) olarak tanımladı, Kasım
1993’de kabul edilen Rus Askeri Doktrini ise bu coğrafyada ülke çıkarlarını
savunmak için askeri güç dâhil, her türlü aracın kullanılmasını meşru saydı.
Literatürde “yakın çevre
doktrini” olarak da bilinen Rus Dış Politika Doktrini’nin Rusya’nın eski Sovyet
coğrafyasında önceliğe sahip olduğu vurgusu Batı’ya ve Türkiye, İran, Çin
benzeri bölgesel güçlere bu alana girmeme konusunda uyarı niteliği
taşımaktaydı. Ayrıca, yeni doktrine uygun olarak Rusya’nın yeni bağımsız
devletlere ilişkin politikası SSCB’nin çöküş sürecinde ve ardından Atlantikçi
ekolün etkin olduğu dönemde zayıflayan Rus etkisini tekrar güçlendirmek için
ikna ve baskı unsurlarını içeren çok boyutlu bir politika uygulamaya dönüştü.
Nitekim Rusya bu
çerçevede demokratik seçimler sonucu iktidar gelen ve BDT’yi Rusya’nın etki
alanının devamı için bir çerçeve olarak değerlendiren, bu bağlamda da bu kuruma
soğuk yaklaşan Zviad Gmasahudriya yönetimindeki Gürcistan ve Ebulfez Elçibey
yönetimindeki Azerbaycan’da iktidarın askeri darbe yoluyla değişimi için çaba
gösterdi. Bu çabalar sonucu 1992 sonunda Gürcistan’da, 1993 ortasında ise
Azerbaycan’da iktidar değişikliği yaşandı. Keza Rusya BDT coğrafyasında eski
askeri üslerini devam ettirme ve gerektiğinde yenilerini oluşturma politikaları
da bu yeni anlayışın ürünüydü.
Kozırev`den sonra göreve
gelerek önce Rusya dışişleri, ardından Başbakanı olan Yevgeni Primakov’un BDT
coğrafyasına ilişkin görüş ve politikaları da yakın çevre anlayışının
güçlendirilerek devam ettirilmesi şeklindeydi. Öncelikle Primakov SSCB’nin
dağılmasını katastrofik olumsuzluk olarak değerlendirmekteydi. Primakov’a göre
aslında BDT’nin kurulması SSCB’nin çöküşüne karşı içten yükselen tepkileri
yumuşatma amacını taşımaktaydı.
BDT konusunda 1992-1993
döneminde önemli fırsatların kaçırıldığını vurgulayan Primakov, BDT
coğrafyasını Rus dış politikasının temel önceliği ilan etmiş ve Rusya’nın bu
coğrafyadaki etkinliğini güçlendirmesi gerektiğini belirtmişti. Bu bağlamda
Primakov BDT politikasını iki temel ilke üzerine kurmuştu: BDT coğrafyasında
entegrasyon sürecini hızlandırmak ve bu coğrafyadaki çatışmaları (Gürcü-Abhaz,
Gürcü-Osetin, Karabağ, Dinyester ve Tacikistan) çözmek.
Bu bağlamda Primakov ilk
resmi yurtdışı ziyaretlerini 1996’da Türkmenistan ve Ukrayna’ya yapmış, görev
süresi boyunca BDT öncelik verdiği konu olmuştur. Primakov döneminde BDT
coğrafyasında entegrasyonu derinleştirmek için önemli adımlar atılmış, bu
çerçevede 2 Nisan 1997’de Rusya-Beyaz Rusya İttifak Anlaşması, 31 Mayıs 1997’de
Rusya-Ukrayna Dostluk, İşbirliği ve Ortaklık Anlaşması ve Rusya, Beyaz Rusya,
Kazakistan ve Kırgızistan arasında sonradan Tacikistan’ın da katılacağı Gümrük
Birliği Anlaşması imzalanmıştır. Rusya Primakov’un BDT coğrafyasında gerginlik
odaklarını çözme amacına uygun olarak özellikle Karabağ ve Gürcü-Abhaz
çatışmalarında aktif rol almaya çalışmıştır.
Ancak Rusya`nın bölgesel
gücünün sınırlılığı, adil davranmaması, bu sorunları taraflarının iddiaları ve
dış aktörlerin tutumu Primakov`un hedeflerini gerçekleştirmesine izin vermedi.
Zaten Rusya içi politik dengeler de Primakov`un koltuğunu kaybetmesi ile
sonuçlandı.
Özetle, Rus dış
politikası için BDT coğrafyası SSCB`nin çöküşünü ardından en önemli, en
tartışmalı ve belki de en sorunlu coğrafyaların başında gelmiştir. Bölgeye yönelik
tutumun şekillenmesi ise doğrudan Rus ulusal kimlik tartışmalarının ve Rusya
devletin küresel konumu ile doğrudan bağlantılı konu gibi telaki edilmiştir.
Nitekim Atlantikçiler temel önceliği Batı`ya verirken, BDT coğrafyasıyla
ilişkilerinin daha “makul” araçlarla temin etme amacındayken, bu akımın iş ve
diş politikada zayıflaması, Rus emperyal anlayışının geri dönüşünün simgesi
olan “yakın çevre” doktrinin ortaya çıkışı ile sonuçlanmıştır. Keza bu anlayış
yeni Avrasyacılarla yeni bir ivme kazanmış ve geleneksel Rus emperyal mirasına
iyice belirginleşmesine hizmet etmiştir.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
23.05.2012 15:30 Yerel
saatı | 12:30 Dünya saatı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder