29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya`da “Beklenen Sürpriz”: 3. Putin Dönemi-1



24 Ekimde Rusya`da iktidar partisi Birleşik Rusya`nın parlamento seçimlerinde hazırlık anlamı taşıyan kurultayında son yıllar ülke tarihinin en büyük siyasi sorusu (“2012`de devlet başkanı kim olacak?”) cevabını bulmuş oldu. Her ne kadar son yıllarda bu sorunun cevabı ağırlıklı olarak “Vladimir Putin” gibi gözükse de, ister Rusya içinde isterse de dışında hiç de azımsanmayacak sayıda insan “Dmitri Medvedev” isminin de uygun cevap olabileceğine inanıyordu. Hatta Rusya`dakı bazı bürokratik dairelerde, muhalif çevrelerde ve yurtdışındaki uzmanlar arasında “Kremlindeki makam için Putin’le Medvedev arasında giderek dozu sertleşen bir iktidar mücadelesi olduğu” tezi de etkin görüştü. “Birleşik Rusya” kurultayı bu soruya iki cevap birden verdi: Putin yeniden devlet başkanı, Medvedev ise başbakan olacak. Böylece, Rusya`da 3. Putin döneminin siyasi kararı verildi ve artık önümüzdeki süreç bunun yasallaşması bakımından önem arz ediyor.
Bir kaç bölümden oluşacak bu yazıda öncelikle Rusya`nın son 12 yılına kendi damgasını vurmuş Vladimir Putin`i iktidara getiren koşullar, Putin iktidarının temel amaç ve uygulamaları ve Medvedev`in bu süreçte oynadığı rol değerlendirecektir. Ardından ise Putin`in yenden devlet başkanı olma kararı analiz edilecek, bu kararın içte ve dıştaki yankıları ortaya konacak. Son olarak, 3. Putin döneminin ülke içi, bölgesel ve küresel sistem için taşıdığı anlamlar ele alınacak ve bu bağlamda Rusya-Türkiye ve Rusya-Azerbaycan ilişkilerinin geleceği de değerlendirilecektir.
Yeltsin`in Mirası
1990’ların başında halkın ve seçkinlerin büyük umutlarıyla başlayan Yeltsin dönemi 1990’ların sonuna gelindiğinde ekonomiden iç politikaya, askeri yapıdan dış politikaya bütün alanlarda Rusya’nın sıkıntılarının daha da büyümesine neden olmuştu. Yeltsin döneminin iç ve dış politika alanındaki reform politikalarının önemli bazı sonuçları şu şekilde özetlenebilir.
Öncelikle, Rusya’nın yeniden yapılanması sürecinde özel önem arz eden ekonomi alanındaki politikalar 1998’de ekonomik krizle sonuçlandı. Yeltsin’in ülkeyi ekonomik krizden çıkarmak için yeni başbakan ve hükümet atamaları da içine düşülen ekonomik krizi çözmek yerine, daha da geniş bir alana yayarak siyasi istikrarsızlılara yol açtı ve sık-sık değişen hükümetler sorununu gündeme getirdi. Bir yandan sık-sık değişen hükümetler, öte yandan Çeçenistan başarısızlığı merkezi yönetimin normal işlevlerini yerine getirmesine büyük bir darbe vurarak, ülkedeki politik ve ekonomik içerikli merkezkaç eğilimleri güçlendirdi. Merkezi yönetimin bu durumu ülkenin ekonomik krizden çıkmasına katkı yapabilecek vergi toplama işlevini yürütmesini önemli ölçüde engelleyerek, ekonomik krizin daha da derinleşmesine yol açtı. Çeçenistan başarısızlığı Rus askeri gücünün kötü durumunu ortaya koyarak ülke içinde merkezi yönetimin otoritesini sarsarken, dışarıda, özellikle de BDT coğrafyasında Rus askeri gücünün etkisini zayıflattı.
Öte yandan, dış politika alanında da Yeltsin yönetimi ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştı. 1990’ların başında büyük umutlarla “Batıya yaklaşma ve hatta onun bir parçası olma” yönelimi taşıyan politikalar, zaman içerisinde önemli değişimlere uğrayarak 1999’da Kosova sorunu nedeniyle Batıyla çatışmayı göze alacak boyutta ciddi bir krize neden oldu. Rus dış politikasının temel önceliği konumundaki BDT coğrafyasındaki güç dengeleri giderek daha büyük oranda Rusya’nın aleyhine değişmeye başladı. Rusya’nın bu coğrafyadaki etkinliğini sürdürmek amacıyla büyük önem verdiği BDT örgütü, kararlarının tamamına yakını uygulanmayan bir kuruma dönüştü. Mayıs 1999’da Rusya’yla ilişkilerde daha bağımsız hareket etmek ve Batıyla daha yakın ilişkiler geliştirmek isteyen Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova’nın GUAM adı altında bir araya geldiklerini ilan etmeleri Rusya’nın bu coğrafyadaki etkinliğini zayıflatan önemli bir gelişme oldu. Bu birlikteliğin, ABD’nin açık teşvik ve desteğiyle kurulması Rusya açısından daha da endişe verici bir duruma işaret ediyordu. Primakov doktrinine rağmen, Rusya’nın Orta Doğu bölgesinde (İran’la ilişkiler dışında) inisiyatifi büyük ölçüde ABD’ye kaptırması ve Çin’le ilişkilerin de küresel sistemde alternatif bir güç odağı oluşturma bakımından yeterli olamaması dış politikada öne çıkan diğer sıkıntılar oldu.
Özetle, ülkenin içine düştüğü ekonomik, politik, sosyal ve dış politika alanlarındaki sorunlar yönetimin sıkıntılarını daha da derinleştirerek Rusya’yı çok boyutlu bir krize sürükledi. Bu koşullarda Rusya’nın bir devlet olarak varlığını sürdürebilmesi ve bunun için gerekli yeni değişim politikaları yürütebilmesi, Rus seçkinler ve devlet bürokrasisi için en önemli hedef olarak önem kazanmağa başladı. Başkan Yeltsin halkın ve Rus seçkinlerin gözünde etkinliğini ve meşruiyetini büyük ölçüde kaybedince, ülkenin karşılaştığı sorunlar yeni bir ulusal lider arayışını gündeme getirdi. Bu bağlamda 9 Ağustos 1999’da Başbakanlık ve 31 Aralık 1999’da da vekâleten Başkanlık görevine getirilen Vladimir Putin, hızla ülkenin karşılaştığı sorunları çözebilecek yeni ulusal lider konumuna oturtuldu. Putin’in iktidara taşınması süreci 26 Mart 2000’de yapılan başkanlık seçimlerinde %52,94 oyla Rusya’nın seçimle gelen ikinci başkanı olmasıyla tamamlandı.
Devam edecek…..

30.09.2011 18:20 Yerel saatı | 15:20 Dünya saatı
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Analisti (QAFSAM-www.qafsam.org)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder