24 Ekimde Rusya`da
iktidar partisi Birleşik Rusya`nın parlamento seçimlerinde hazırlık anlamı
taşıyan kurultayında son yıllar ülke tarihinin en büyük siyasi sorusu (“2012`de
devlet başkanı kim olacak?”) cevabını bulmuş oldu. Her ne kadar son yıllarda bu
sorunun cevabı ağırlıklı olarak “Vladimir Putin” gibi gözükse de, ister Rusya
içinde isterse de dışında hiç de azımsanmayacak sayıda insan “Dmitri Medvedev”
isminin de uygun cevap olabileceğine inanıyordu. Hatta Rusya`dakı bazı
bürokratik dairelerde, muhalif çevrelerde ve yurtdışındaki uzmanlar arasında
“Kremlindeki makam için Putin’le Medvedev arasında giderek dozu sertleşen bir
iktidar mücadelesi olduğu” tezi de etkin görüştü. “Birleşik Rusya” kurultayı bu
soruya iki cevap birden verdi: Putin yeniden devlet başkanı, Medvedev ise
başbakan olacak. Böylece, Rusya`da 3. Putin döneminin siyasi kararı verildi ve
artık önümüzdeki süreç bunun yasallaşması bakımından önem arz ediyor.
Bir kaç bölümden
oluşacak bu yazıda öncelikle Rusya`nın son 12 yılına kendi damgasını vurmuş
Vladimir Putin`i iktidara getiren koşullar, Putin iktidarının temel amaç ve
uygulamaları ve Medvedev`in bu süreçte oynadığı rol değerlendirecektir.
Ardından ise Putin`in yenden devlet başkanı olma kararı analiz edilecek, bu
kararın içte ve dıştaki yankıları ortaya konacak. Son olarak, 3. Putin
döneminin ülke içi, bölgesel ve küresel sistem için taşıdığı anlamlar ele
alınacak ve bu bağlamda Rusya-Türkiye ve Rusya-Azerbaycan ilişkilerinin
geleceği de değerlendirilecektir.
Yeltsin`in Mirası
1990’ların başında
halkın ve seçkinlerin büyük umutlarıyla başlayan Yeltsin dönemi 1990’ların
sonuna gelindiğinde ekonomiden iç politikaya, askeri yapıdan dış politikaya
bütün alanlarda Rusya’nın sıkıntılarının daha da büyümesine neden olmuştu.
Yeltsin döneminin iç ve dış politika alanındaki reform politikalarının önemli
bazı sonuçları şu şekilde özetlenebilir.
Öncelikle, Rusya’nın
yeniden yapılanması sürecinde özel önem arz eden ekonomi alanındaki politikalar
1998’de ekonomik krizle sonuçlandı. Yeltsin’in ülkeyi ekonomik krizden çıkarmak
için yeni başbakan ve hükümet atamaları da içine düşülen ekonomik krizi çözmek
yerine, daha da geniş bir alana yayarak siyasi istikrarsızlılara yol açtı ve
sık-sık değişen hükümetler sorununu gündeme getirdi. Bir yandan sık-sık değişen
hükümetler, öte yandan Çeçenistan başarısızlığı merkezi yönetimin normal
işlevlerini yerine getirmesine büyük bir darbe vurarak, ülkedeki politik ve
ekonomik içerikli merkezkaç eğilimleri güçlendirdi. Merkezi yönetimin bu durumu
ülkenin ekonomik krizden çıkmasına katkı yapabilecek vergi toplama işlevini
yürütmesini önemli ölçüde engelleyerek, ekonomik krizin daha da derinleşmesine
yol açtı. Çeçenistan başarısızlığı Rus askeri gücünün kötü durumunu ortaya
koyarak ülke içinde merkezi yönetimin otoritesini sarsarken, dışarıda,
özellikle de BDT coğrafyasında Rus askeri gücünün etkisini zayıflattı.
Öte yandan, dış politika
alanında da Yeltsin yönetimi ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştı.
1990’ların başında büyük umutlarla “Batıya yaklaşma ve hatta onun bir parçası
olma” yönelimi taşıyan politikalar, zaman içerisinde önemli değişimlere
uğrayarak 1999’da Kosova sorunu nedeniyle Batıyla çatışmayı göze alacak boyutta
ciddi bir krize neden oldu. Rus dış politikasının temel önceliği konumundaki
BDT coğrafyasındaki güç dengeleri giderek daha büyük oranda Rusya’nın aleyhine
değişmeye başladı. Rusya’nın bu coğrafyadaki etkinliğini sürdürmek amacıyla
büyük önem verdiği BDT örgütü, kararlarının tamamına yakını uygulanmayan bir
kuruma dönüştü. Mayıs 1999’da Rusya’yla ilişkilerde daha bağımsız hareket etmek
ve Batıyla daha yakın ilişkiler geliştirmek isteyen Gürcistan, Ukrayna,
Azerbaycan ve Moldova’nın GUAM adı altında bir araya geldiklerini ilan etmeleri
Rusya’nın bu coğrafyadaki etkinliğini zayıflatan önemli bir gelişme oldu. Bu
birlikteliğin, ABD’nin açık teşvik ve desteğiyle kurulması Rusya açısından daha
da endişe verici bir duruma işaret ediyordu. Primakov doktrinine rağmen,
Rusya’nın Orta Doğu bölgesinde (İran’la ilişkiler dışında) inisiyatifi büyük
ölçüde ABD’ye kaptırması ve Çin’le ilişkilerin de küresel sistemde alternatif
bir güç odağı oluşturma bakımından yeterli olamaması dış politikada öne çıkan
diğer sıkıntılar oldu.
Özetle, ülkenin içine
düştüğü ekonomik, politik, sosyal ve dış politika alanlarındaki sorunlar
yönetimin sıkıntılarını daha da derinleştirerek Rusya’yı çok boyutlu bir krize
sürükledi. Bu koşullarda Rusya’nın bir devlet olarak varlığını sürdürebilmesi
ve bunun için gerekli yeni değişim politikaları yürütebilmesi, Rus seçkinler ve
devlet bürokrasisi için en önemli hedef olarak önem kazanmağa başladı. Başkan
Yeltsin halkın ve Rus seçkinlerin gözünde etkinliğini ve meşruiyetini büyük
ölçüde kaybedince, ülkenin karşılaştığı sorunlar yeni bir ulusal lider
arayışını gündeme getirdi. Bu bağlamda 9 Ağustos 1999’da Başbakanlık ve 31 Aralık
1999’da da vekâleten Başkanlık görevine getirilen Vladimir Putin, hızla ülkenin
karşılaştığı sorunları çözebilecek yeni ulusal lider konumuna oturtuldu.
Putin’in iktidara taşınması süreci 26 Mart 2000’de yapılan başkanlık
seçimlerinde %52,94 oyla Rusya’nın seçimle gelen ikinci başkanı olmasıyla
tamamlandı.
Devam edecek…..
30.09.2011 18:20 Yerel
saatı | 15:20 Dünya saatı
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi Analisti (QAFSAM-www.qafsam.org)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder