Son bir kaç ay içerisinde
Azerbaycan-İran ilişkilerinde yaşanan gelişmeler 1991`den sonra iki ülke
ilişkilerinin son 20 yıllık tarihin en büyük gerginliği ve restleşmelerinden
biri, hatta en büyüyüdür.
Karşılıklı suçlamalar,
Azerbaycan`ın İran ajan şebekesine karşı ülke içersinde gerçekleştirdiği
operasyonlar, İran`ın bir kaç ay içindeki bir kaç notası, Azerbaycan devletinin
isminin Kuzey Azerbaycan biçiminde değiştirilmesi yönünde bazı Azerbaycan milletvekillerinin
önerileri, Azerbaycan savunma bakanının Tahran ziyareti sırasında bayrağın ters
asılmış olması gibi. Tabi Azerbaycan-İran ilişkilerini adeta germek için Batılı
basın organlarında sürekli gündeme getirilen Azerbaycan-İsrail ilişkileri,
özellikle istihbarat işbirliği ve askeri üst gibi iddialar da işin cabası.
Zaten devamlı küresel ve bölgesel
gerginlik üreten ve ondan beslenen İran`ın bu sorunun bir tarafı olması sürpriz
değil. Ama 1993 yılından itibaren dış politikasını küresel ve bölgesel dengeler
üzerine kuran ve büyük krizlerden mümkün olduğunca kaçınmağa çalışan
Azerbaycan`ın bu gerginliğin tarafı olması o kadar da normal sayılmaz. İki ülke
arasındaki ilişkilerin uluslararası sistemde iki komşu devlet arasında
“sıradan” jeopolitik çıkar çatışması, Ermenistan, İsrail ve Batı-İran
ilişkilerindeki artan gerginliğinin artçı şoku veya bunların toplamı gibi
değerlendirmek mümkün.
Bizce ilişkilerdeki gerginlik
öncelikle Azerbaycan-İran ilişkilerinin doğası ile yakından alakalı. İran`la
Azerbaycan arasında sorunların kökeninde Tahran`ın Azerbaycan algısı var.
Yunanistan`ın Makedonya veya bir ölçüde Rusya`nın Ukrayna`yla ilişkilerinde de
benzeri yaşanan bu algıya göre, “Azerbaycan” kavramı emperyal İran tarihinin
ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır ve ülke arazisinin kuzeyindeki bölgenin
tarihi adıdır. Yine İran tarih algısına göre, bugün Azerbaycan Cumhuriyeti
esasında kadim İran’ın Aran bölgesidir.
Bu bakış açısı İran yönetimin hem
“Azerbaycan” kavramının kendi tekeli dışında kullanımından ciddi rahatsızlık,
duymasına hem de böyle bir devletin kurulmasını kendi beka sorunu gibi
görmesine neden olmuştur.
Nitekim, bu endişenin doğal bir
sonucu gibi dönemin İran Dışişleri Bakanı Ali Akber Vilayeti daha 1991`de SSCB
resmen dağılmadan Bakü`ye yaptığı ziyareti zamanı Azerbaycan`ın bağımsızlık
olmasını istemediklerini ve en iyi çözümün Sovyetler Birliği içinde kalması
olduğunu beyan etmişti.
Keza Azerbaycan bağımsızlığını ilan
ettikten sonra İran yönetimi bir kaç ay komşudaki bu yeni ülkeye ilişkin tutum
takınma konusunda ciddi bir tereddüt yaşamıştır. İran yönetimi içerisindeki bir
grup yeni kurulan devleti Azerbaycan ismini kullandığı için tanımamayı
önerirken, diğer bir kesim daha pragmatik davranarak tanımanın daha yararlı
olacağını savunmuştur. Pragmatik yaklaşımın baskın çıkması İran`ın Aralık
1991`de Azerbaycan`ı tanımasını sağlamıştır.
1991`den tamamıyla farklı kök ve
ideolojini temsil eden 1918`deki Tahran yönetiminin Azerbaycan Halk
Cumhuriyeti`ne ilişkin ilkin tavrında da benzer bir yaklaşımın olması da bu
algı sürekliliğini ortaya koymak bakımından çok anlamlı.
Dahası 1980`lerde Azerbaycan ulusal
mücadele hareketinin liderliğini yapan Azerbaycan Halk Cephesi`nin
Azerbaycan`ın bölünmüşlüğünü ortaya koyan söylem ve eylemleri ve “Güney
Azerbaycan meselesi” olarak formüle edilen sorun İran`ın endişelerini
güçlendirmiştir. Yine ülke bağımsızlığını ilan ederken devletin isminin “Kuzey
Azerbaycan Cumhuriyeti” olmasına dair öneriler de Tahran`ın dikkatinden
kaçmamıştır.
İran`ın bahsettiğimiz tarih algısı
ve gelişmelerden duyduğu endişeler Tahran`da kim yönetimde olursa olsun
Azerbaycan politikasının özünü değiştirmemiştir. İran yönetimleri “Azerbaycan”
adlı devletin varlığını bir türlü içine sindirememiş ve Bakü`ye karşı saldırgan
ve baskı uygulama politikalarını çeşitli biçimlerde devam ettirmiştir.
Nitekim bağımsızlık ilan
edildiğinde Azerbaycan`da iktidara bulunan Mutallibov`un Şubat 1992`deki Tahran
ziyareti sırasında bir Azerbaycanlı bakanın “Bütöv Azerbaycan`ın hayal olduğu”
yöndeki açıklamaları İran`ı tatmin etmemiştir. Tahran`ın Mutalibov dönemindeki
Azerbaycan yaklaşımı ise İran`ın arabuluculuğu ile yapılan Karabağ görüşmeler
sürecinin tarihimizde Hocalı`da soykırım gerçekleşmesi, Şuşa ve Laçın`ın
kaybedilmesi gibi trajik sonuçlarla hatırlanmaktadır.
Ondan sonraki merhum Ebulfez
Elçibey yönetiminin İran`ın bölünmesi ve “Bütün Azerbaycan” hedefini siyasi
zemine taşıması Tahran`ın endişelerinin tavan yapmasına neden olmuş,
nihayetinde AHC iktidarının sona erdirilmesinin en önemli diş aktörlerinden
biri yapmıştır.
Sonraki devlet başkanı merhum
Haydar Aliyev`in denge politikası çerçevesinde İran`la ilişkileri daha makul
bir düzeyde tutma isteği yine Tahran`ın endişeleri ve saldırgan tavrı nedeniyle
ilişkilerin bıçak sırtı yürümesine neden olmuştur. Bu dönemde İran`ın resmi
ajans ve yetkililerinin Azerbaycan Cumhuriyeti isminin kullanmaktan mümkün
oldukça kaçınmaları, Hazar`ı Mazandaran gölü biçiminde adlandırma girişimleri,
İran askeri uçaklarının tacizleri, İran`ın artan istihbaratı faaliyetler
bunlardan sadece bazıları.
Zaten son gelişmelerle Haydar
Aliyev`in dış politika mirasına sahip çıkan Devlet Başkanı İlham Aliyev
döneminde de İran`ın bu tavrında fazla bir değişiklik olmadığını, Batı ile
artan gerginliğin yansıra, Güney Azerbaycan`da ciddi bir ivme kazanan milli
uyanış hareketinin etksiyle bu saldırgan tavrını daha da geliştirerek devam
ettirdiğini görüyoruz.
Özetle, İran`ın sorunlu Azerbaycan
algısı değişmedikçe iki ülke ilişkilerinin düzelmesi mümkün değil. Tarihi
algının sistemli politikalarla değiştirilmeye çalışıldığı durumlara bile bunun
ne kadar zor olduğu düşünülürse, İran gibi güvensizlik ve saldırganlığı dış
politikasının temeline yerleştiren bir devlet için çok ciddi stratejik kırılma
olmadan bunun baş vermeyeceğini söylemek için kahin olmağa gerek yok. Keza
Tükiye`nin depremle yaşamağa alışmaya çalışması gibi, Azerbaycan-İran
ilişkilerindeki sürekli gerginliklere alışmamız gerekir.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya
Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Analisti
(QAFSAM-www.qafsam.org)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder