Ortadoğu 20. yüzyılda büyük
güçlerin sıkı rekabetine sahne olan bir bölge olarak uluslararası gündemi
meşgul etmiştir.
Son dönemlerde bu bölge özellikle
İran`a müdahale ve Arap Baharı süreci nedeniyle büyük aktörlerin dikkat ve
ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu bağlamda küresel sistemin önemli
aktörlerinden olan Rusya`nın bölgeye yönelik ilgi ve aktifliği de kendisini
göstermeye devam ediyor. Özellikle, Suriye`ye askeri gemiler gönderilmesi ve
son olarak da İran`la Hazar`da enerji kaynakları ve askeri güvenlik içerikli
gizli anlaşma imzaladığına dair iddia Moskova yönetiminin Ortadoğu planlarına
ilginin yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Esasında Rusya`nın bölgeye ilgisi
yeni değil ve nerdeyse 100 yıl süren bir tarihi altyapıya dayanmaktadır.
Rusya’nın Ortadoğu algılamasının tarihsel boyutuna baktığımız zaman; Rusya’nın
Ortadoğu kavramı yerine, İngilizlerin de yaptığı gibi “Yakındoğu” kavramını
kullandığını, Pakistan ve Afganistan hariç bir taraftan Türkiye diğer taraftan
Mısır’ı içine alan Körfez ülkeleri dahil bir bölgeyi “Yakındoğu” olarak
tanımladığını görüyoruz.
Rusya’nın Yakındoğu’ya, bugün
tartışılan anlamı ile Irak’a olan ilgisini Stalin döneminden başlatabiliriz.
Nitekim Ortadoğu tarihinin son elli yılı içerisinde özellikle Soğuk savaş
bitene kadar bölgeye ilişkin etkinlik mücadelesinin temel aktörleri ABD ve SSCB
olmuştur. Sovyetlerin 1919-1945 döneminde bu bölgeye ilişkin politikasını
Türkiye, İran ve Afganistan’la geliştirilen ilişkilerin muhafazası biçiminde
özetleyebiliriz. Sovyetlerin Ortadoğu bölgesine ilişkin etkin olma girişimleri
Stalin yönetimin İkinci dünya savaşının ardından güçlenen emperyal istekleri
çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Sovyet yönetimi 1945-1953 döneminde bölgedeki
etkinliğini Türkiye ve İran’dan toprak almak, Libya’yı BM aracılığı ile kendi
mandası altına alma çabalarını sağlamaya çalışmıştır. Stalin yönetimi İsrail’in
ilanını destekleyerek İngiltere’nin bölgedeki etkinliğini zayıflatmak ve
İsrail’i kendisinin bölgeye atlama tahtası olarak kullanmayı amaçlamıştır.
Fakat Sovyetlerin bu unsurlara dayanan Ortadoğu politikası, bölgenin Sovyet
stratejik algılaması içinde halen ikincil bir yer edinmesi ve ABD’nin Sovyet
etkinlik çabalarına karşı çıkışı ile başarısızlığa uğramıştır.
Kruşev-Brejnev döneminde
(1952-1982) Ortadoğu Sovyet stratejik algılanmasında daha önemli bir konuma
yerleşmiş ve Sovyet etkinlik alanlarının en önemli yayılma alanlarından ve ABD
ile mücadele bölgelerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Fakat Stalin’den
farklı olarak bu dönemde Sovyet politikasının temel ağırlık noktasını Arap
devletleri teşkil etmiş, Arap-İsrail anlaşmazlığı ise bölgenin merkezinde
etkinlik kurmanın en iyi aracı olarak yoğun biçimde kullanılmıştır. Bu dönemde
Sovyetler Birliği’nin İsrail’le olan diplomatik ilişkileri kesilmiş, İsrail’e
karşı uzlaşmaz tutum sergileyen Arap devletlerine büyük askeri ve ekonomik
yardımlar yapılmıştır.
Gorbaçov döneminde Sovyetlerin
Ortadoğu politikası köklü bir değişiklik göstermiş, bölgede Sovyet stratejik
algılamasında eski önemini kaybetmiş, bölgede ABD’yle rekabeti rafa kaldırmış,
İsrail’le ilişkiler iyileşmiş, bölgede Arap-İsrail anlaşmazlığında dengeli bir
tutum sergilenmeye çalışılmıştır.
1991’den sonra Ortadoğu bölgesine
ilişkin tercihlerinde ciddi değişiklik yaşanmış, Rusya’nın Ortadoğu
politikasındaki temel öncelik Türkiye ve İran üzerine yoğunlaşmış, Arap-İsrail
çatışma bölgesi üçüncü sıraya inmiştir. Kozırev’in dışişleri bakanlığının ilk
yılı olan 1992’de, Rusya’nın Ortadoğu politikası tamamen Amerika’nın
yaptıklarını desteklemek olmuş, 1993’den itibaren daha özgün bir politika
izlenmeye çalışılsa da, İran örneği dışında, pek başarılı olunamamıştır.
Primakov’un 1996’da dışişleri bakanlığına gelmesi de durumda fazla değişiklik
yaratamamış, Rusya sadece Arap-İsrail alanında rolünü artırma çabalarına hız
vermiştir.
Putin dönemiyle (1999-2008)
birlikte Rusya`nın Ortadoğu bölgesine ilgisi ciddi biçimde güçlenmiştir. Bu
ilgi üç temelde stratejik, ekonomik ve Rus iç politikası etkenlerinin etkisi
ile şekillenmiştir. Stratejik anlamda, Ortadoğu yeni oluşma sürecindeki küresel
sistemin esas rekabet alanı iken, ekonomik anlamda bu önem, özellikle de enerji
etkeni Rusya için bölgenin önemini artırmıştır. Keza iç politika bakımından
Rusya`nın büyük devlet geleneğine yapılan vurgu içerisinde halkı duygularına
hitap etme ve desteğini kazanmak için ABD’ye meydan okuma ve bu çerçevede
Ortadoğu`nun yeri özel bir önem arz etmektedir. Keza Putin döneminde Rusya`nın
Ortadoğu politikası esas itibariyle İran, Irak ve Suriye ekseninde
yoğunlaşmıştır. Putin döneminde Rusya’nın Ortadoğu politikasında en önemli
farklılık İsrail’le ilişkiler bağlamında yaşanmış ve Çeçenistan savaşında
İsrail’in Rusya’yı desteklemesi ilişkilerinin yoğunluğunu artıran yeni bir
girdi olarak öne çıkmıştır. Ancak İran`la ve Suriye ile geliştirilen
ilişkilerin özellikle nükleer programı ve silah alış-verişi boyutu zaman-zaman
Rusya-İsrail ilişkilerinde sıkıntılar yaşanmıştır.
Ortadoğu`nun Rusya için artan önemi Dmitri Medvedev döneminde de (2008-2012) benzer şekilde devam etmiştir. Esasen Medvedev yönetimi Putin döneminin Ortadoğu`ya ilişkin perspektifini devam ettirmiştir. Özellikle İran`ın nükleer programında giderek artan gerginlik dozu ve “Arap Baharı” süreci Moskova`nın bölgedeki ilgi ve aktifliğini güçlendirmiştir. Nitekim, Rusya`nın BMT’de hem de ikili ilişkiler boyutunda İran nükleer programına ilişkin görüşmelerde oynadığı rol, ya da Arap Baharı`nın etkisine giren Suriye`ye yönelik tavrı bunun kanıtları sayılabilir.
Ortadoğu`nun Rusya için artan önemi Dmitri Medvedev döneminde de (2008-2012) benzer şekilde devam etmiştir. Esasen Medvedev yönetimi Putin döneminin Ortadoğu`ya ilişkin perspektifini devam ettirmiştir. Özellikle İran`ın nükleer programında giderek artan gerginlik dozu ve “Arap Baharı” süreci Moskova`nın bölgedeki ilgi ve aktifliğini güçlendirmiştir. Nitekim, Rusya`nın BMT’de hem de ikili ilişkiler boyutunda İran nükleer programına ilişkin görüşmelerde oynadığı rol, ya da Arap Baharı`nın etkisine giren Suriye`ye yönelik tavrı bunun kanıtları sayılabilir.
Özetle, 20. yüzyıl boyunca Rusya’nın
Ortadoğu’daki etkinliği onun büyük devlet rolünün gelişimi ile paralel bir
gelişme göstermiştir ve bu ülkenin uluslararası arenadaki rolünün küçülmesi ile
Orta Doğu’daki etkinliği de zayıflamıştır. Ancak 2000`li yılların başında
Putin`le birlikte Ortadoğu`nun Rusya için önemi artmış, bu bölgedeki ülkelere
imzaladığı yeni enerji ve silah ticareti anlaşmaları ile yeni boyutlar
kazanmıştır. Rusya ayrıca, İran nükleer programı, Filistin-İsrail sorunu ve
Arap Baharı`nın etkisi ile bölgede etkin rol alma çabasını devam ettirmiştir.
Önümüzdeki dönemde bu rolün alacağı biçimi küresel, bölgesel ve Rus iç
politikasının dinamikleri belirleyecek.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
23.01.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder