29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya Suriye Olaylarının Neresinde?



2010 yılının son baharında başlayan “Arap Baharı” dalgası Ortadoğu`da dengeleri sarsmaya ve siyasi iktidarları devirmeye devam ediyor. Tunus, Mısır ve Libya`da domino taşları gibi devrilen siyasi iktidarlardan sonra dalganın yeni hedefinin Suriye lideri Beşşar Esad olduğu açıkça ortaya çıkmış durumda. Suriye`deki rejimin baskıcı ve azınlık iktidarına dayan yapısı, Şam yönetiminin İran`la işbirliği süreci, Batı ve İsrail`le yaşadığı sorunlar dikkate alındığında Esad yönetiminin “Arap Baharı” dalgasının yeni hedefi olması o kadar da şaşırtmıyor.
Her halde ilginç bir tesadüf olsa gerek, Suriye`de yaklaşık 3 binden fazla insanın ölümüne sebep olan ve daha fazlasının kurban olacağını gösteren kanlı siyasi süreç 2011 yılının Mart ayında, yani tam da baharda başladı. Esad yönetimi Muammer Kaddafi gibi sert şekilde direnmeyi seçmiş durumda. Bunda hem Suriye iktidarının yapısı, Nüsayiri-Alevi azınlığın iktidardan düşmesi halinde karşılaşacağı can ve mal güvenliği sorunlarının yanı sıra, dış desteğin rolü özel bir önem arz ediyor. Her ne kadar Suriye yönetimine destek veren ülkelerin başında İran gelse de, gelişmeler Rusya`nın süreçteki rolünü hafife alınmaması gerektiğini gösteriyor.
“Arap Bahar”ı dünyadaki enerji fiyatlarını yükselterek Rusya bütçesine ciddi paralar getirmesi ve Başkan Medvedev ve Baş Bakan Putin`in sık-sık strateji hedef gibi vurguladıkları “ülkenin modernleşmesi” için mühim maddi kaynak anlamını taşısa da, genel anlamda, Moskova yönetimin “Arap Baharı” sürecinde rahatsız olduğu bilinmektedir. Bu rahatsızlığın sebepleri arasında sürecin daha çok Batı tarafından yönetildiği ya da yönlendirildiği ve bunun da uzun vadede Rusya`nın Ortadoğu`daki stratejik çıkarlarına zarar vereceği inancı önemli yer tutuyor. 2000`li yılların başında benzer devrimler sürecinin, özellikle Gürcistan ve Ukrayna`da iş başına getirdiği iktidarlar deneyimi Rusya yönetimi bakımından bu kanaatin birer somut örneği gibi etkinlik ve tazeliğini halen korumaktadır. Zaten Rusya`nın “Arap Baharı” sürecine ilişkin bütün açıklama ve eylemlerinde Batı müdahaleciliğinden rahatsızlığın izlerini çok açık görmek mümkün.
Hele Rusya için 1990`ların başı ile mukayesede önemi 2000`li yılarda çok daha da artan Ortadoğu mevzu bahis olunca Moskova yönetimini konuya bakışı daha da hassaslaşıyor. Konu Suriye olunca, Rusya`nın Tunus, Mısır ve hatta doğal gaz zengini ve Moskova`nın mühim ekonomik partnerlerinden olan Libya`da olaylarından daha faal ve göreceli olarak daha sert bir tutum içine girdiği görülüyor. Hatta doğrudan NATO askeri müdahalesinin yapıldığı ve bu konuda bir BM kararına alındığı Libya konusunda bele zımni bir rıza gösteren Rusya, Nisan ayında Suriye konusunun BM gündemine gelmesine veto tehdidi ile engel oldu. Ardından sivil ölümlerin artması üzerine Ağustos`ta kabul edilen BM`nin Suriye kararının yumuşatılarak çıkmasını sağlamıştır. Rusya yönetimi Ekim ayında ise Çin`le birlikte BM`nin Suriye sert yatırımlar içeren kararını veto etmiştir.
Rusya Suriye konusuna bu kadar ilgi göstermesi boşuna değil. Öncelikle, Suriye tarihsel açıdan Rusya`nın kendi selefi hesap ettiği SSCB`nin Orta Doğu politikasında Irak`la birlikte özel öneme sahip olmuştur. Özellikle Beşşar Esad`ın babası Hafız Esad zamanında zirveye çıkan SSCB-Suriye ilişkileri Gorbaçev`in politikaları ile ciddi bir sekteye uğrasa da Vladimir Putin`in 2000`li yıllardaki başkanlığı döneminde yeni bir ivme kazanmıştır. Ocak 2005 yılı da Beşşar Esad`ın Moskova ziyareti ve Mayıs 2010`de Dimitri Medvedev`in Şam ziyareti bu ilişkiler surecini yeni bir noktaya taşımıştır. Moskova için Suriye ile ilişkilerin güçlendirilmesi Ortadoğu denkleminde yerini almak bakımından önemli fırsat sunuyor. Suriye`nin Arap-İsrail problemindeki konumu ise Moskova`nın bu hesabının hiç de yanlış olmadığının göstergesi sayılabilir.
Suriye`nin Akdeniz`e sınırının olması bir başka neden sayılabilir. Akdeniz`in hem tarihsel konumu, hem de son dönemlerdeki artan stratejik önemi Moskova`nın tarihsel denizlere açılma stratejisi ile birlikte düşünüldüğünde bu konu daha iyi anlaşılmaktadır. Daha 1971 yılında SSCB`nin Hafız Esad`la yapılan bir anlaşma gereği Tartus`da Akdeniz`e çıkan Sovyet Donanması için bir deniz üssü oluşturması bu durumun en önemli kanıtı. Ortadoğu`ya ve Suriye`ye en ilgisiz göründüğü 1990’ların başında bile Tartus`daki deniz üssüden vazgeçmeyen Rusya 2009 yılında buranın yenilenmesi ve daha büyük gemiler için genişlendirmesi çalışmalarına başlamıştır. Amerikan ve NATO gemilerinin, İran`ın, Türkiye`nin, İsrail`in, hatta Güney Kıbrıs`ın boy gösterdiği, hemen kıyısında Libya, Suriye gibi ülkelerde baş verenler ve baş verecekler Akdeniz`deki Tartus limanının önemini iyice açığa çıkarmış durumda. Nitekim bugünlerde Rus savaş gemilerinin Suriye`ye geldiğine dair iddialar ve Aralık`ta bölgede olacağına dair bilgiler Moskova`nın bu havzadaki güç mücadelesinin dışında kalmak niyetinin olmadığının habercisi.
Suriye`nin Rusya için öneminin bir başka sebebini bu ülkeye satılan Rus silahları oluşturmaktadır. SSCB döneminde mühim silah müşterilerinden olan Suriye ile silah ticareti Esad`ın Moskova ziyareti ile yeni boyutlar kazanmıştır. Sefer zamanı Rusya Suriye`nin Sovyet döneminden kalan yaklaşık 14 milyar dolarlık borcunun 10 milyarını silmiştir. Bu borcun Tartus`daki deniz üssünü genişlendirilmesi ve Şam yönetimin yeni Rus silahları satın alması karşılığı silindiği bildiriliyor. Zaten Suriye`nin Rus silah ihracatının içinde öncü yerlerden birini tutması ve Suriye ordusunun silahların yüzde 90`ı Rus yapımı olması da dikkatlerden kaçmıyor. Moskova`nın Suriye`ye sattığı S-300 füzeleri ile Mig-31 askeri uçakları ise İsrail ve ABD`de ciddi rahatsızlık yaratmaktadır. Ekim ayında BM Suriye kararını vetonun ardından ABD`nin bu kurumdaki temsilcisi Suzan Rice`ın “bazı ülkelerin Suriye halkının desteklemek yerine Şam yönetimine silah satmağı tercih etmekle suçlaması`da bu rahatsızlığın dışavurumlarından.
Suriye`ni Rusya için önemli kılan bir başka neden iki ülkenin ticari-ekonomik ilişkileridir. İki ülke arasında 2010 yılındaki ticaret hacmi 1,1 milyar dolar civarında. Ayrıca Suriye`de Rus yatırımlarının hele 2009 yılı sonu itibariyle 20 milyar dolara ulaştığı biliniyor. Her ne kadar önemsiz gibi görünse de Suriye`deki Rus yatırımcıları içerisinde Stroitransgaz`ın, Tatneft`in ve İTERA`nın enerji faaliyetleri ise özel dikkat çekiyor. Suriye`nin “Arap Gaz Kemeri” projesindeki önemi ve bu durumun Rusya`ya dolaylı da olsa bu projeye katılma fırsatı vermesi Şam`ı Moskova`nın bölgedeki enerji çıkarları bağlamındaki önemini artırıyor.
Rusya için Suriye`nin bir diğer önemi bu ülkenin Hıristiyanlık özellikle Ortodoksluk tarihi ve kutsal yerleri bakımından oynadığı rol ve yüzde 15’e varan Hıristiyan nüfusudur. Rusya`nın Ortodoksluk dünyasına yönelik liderlik iddiaları ve bu çerçevede Moskova Patrikliğinin Fener Rum Patrikliyi ile girdiği mücadele fonunda Suriye`deki Hıristiyan yapı önemlidir. Nitekim Suriye`de ortalığın toz duman olduğu bu dönemde Moskova (ve Rusya) Patriği Kirill’in 12-15 Kasım 2011 tarihlerini kapsayan Suriye ziyareti ve Beşşar Esad` tarafından kabulünde verilen mesajlar bu boyutun iki ülke arasındaki ilişkilerdeki önemi bir daha ortaya koymaktadır.
Üste belirtilen faktörler Rusya`nın Suriye yönetimin yanında olması için yeteri kadar neden olduğunu ortaya koysa da, sürecin nasıl gelişeceğinin kestirilememesi, önceki örnekler, Moskova`yı, özelde Suriye, genelde ise “Arap Baharı”na ilişkin yeni bir konsept geliştirmeye itiyor. Zaten çok sayıda Rus uzmanlar, Rus dış politikasını “Arap Baharı” sürecinde pasiflik ve yanlış tercihler yapmakta suçluyor.
Bu çerçevede Moskova yönetimi bir yandan Esad`a reform yap çağrısı yaparken, diğer yandan muhalefete ülkeye iç savaşa sürüklenmemesi ve diş dünyaya da bu savaşı kışkırtmaması uyarısında bulunmaktadır.
Bu yeni konseptin bir diğer mühim ayağını ise olaylarda “arabulucu” misyonu üstlenme oluşturuyor. Moskova, Suriye`nin bu noktada uygun bir deneme tahtası olacağını hesaplıyor. Nitekim 15 Kasım`da Moskova`da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov`un Suriye Milli Konseyi Başkanı Burhan Galyun`un başkanlığındaki bir heyet ile müzakereleri de bunun somut işareti sayılabilir. Her ne kadar her iki taraf farklı amaçlar peşinde olsa da ve görüşme sonrası kendi pozisyonlarını koruduklarını açıklasalar da, görüş ilkin temasın sağlanması bakımından önemli bir gelişmedir. Ayrıca, görüşü Rusya`nın Esad sonrası Suriye`de Rus çıkarlarının garanti altına alınması istikametinde bir adım kimi de yorumlamak mümkün. Rusya`nın bu arabuluculuk konseptinin ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek. Ancak olayların Rusya`nın bu misyonuna fazla olanak tanımayacak şekilde geliştiğini de unutmamak gerekir.


22.11.2011 18:20 Yerel saatı | 15:20 Dünya saatı
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder