2010 yılının son
baharında başlayan “Arap Baharı” dalgası Ortadoğu`da dengeleri sarsmaya ve
siyasi iktidarları devirmeye devam ediyor. Tunus, Mısır ve Libya`da domino
taşları gibi devrilen siyasi iktidarlardan sonra dalganın yeni hedefinin Suriye
lideri Beşşar Esad olduğu açıkça ortaya çıkmış durumda. Suriye`deki rejimin
baskıcı ve azınlık iktidarına dayan yapısı, Şam yönetiminin İran`la işbirliği
süreci, Batı ve İsrail`le yaşadığı sorunlar dikkate alındığında Esad
yönetiminin “Arap Baharı” dalgasının yeni hedefi olması o kadar da şaşırtmıyor.
Her halde ilginç bir
tesadüf olsa gerek, Suriye`de yaklaşık 3 binden fazla insanın ölümüne sebep
olan ve daha fazlasının kurban olacağını gösteren kanlı siyasi süreç 2011
yılının Mart ayında, yani tam da baharda başladı. Esad yönetimi Muammer Kaddafi
gibi sert şekilde direnmeyi seçmiş durumda. Bunda hem Suriye iktidarının
yapısı, Nüsayiri-Alevi azınlığın iktidardan düşmesi halinde karşılaşacağı can
ve mal güvenliği sorunlarının yanı sıra, dış desteğin rolü özel bir önem arz
ediyor. Her ne kadar Suriye yönetimine destek veren ülkelerin başında İran
gelse de, gelişmeler Rusya`nın süreçteki rolünü hafife alınmaması gerektiğini
gösteriyor.
“Arap Bahar”ı dünyadaki
enerji fiyatlarını yükselterek Rusya bütçesine ciddi paralar getirmesi ve
Başkan Medvedev ve Baş Bakan Putin`in sık-sık strateji hedef gibi
vurguladıkları “ülkenin modernleşmesi” için mühim maddi kaynak anlamını taşısa
da, genel anlamda, Moskova yönetimin “Arap Baharı” sürecinde rahatsız olduğu
bilinmektedir. Bu rahatsızlığın sebepleri arasında sürecin daha çok Batı
tarafından yönetildiği ya da yönlendirildiği ve bunun da uzun vadede Rusya`nın
Ortadoğu`daki stratejik çıkarlarına zarar vereceği inancı önemli yer tutuyor.
2000`li yılların başında benzer devrimler sürecinin, özellikle Gürcistan ve
Ukrayna`da iş başına getirdiği iktidarlar deneyimi Rusya yönetimi bakımından bu
kanaatin birer somut örneği gibi etkinlik ve tazeliğini halen korumaktadır.
Zaten Rusya`nın “Arap Baharı” sürecine ilişkin bütün açıklama ve eylemlerinde
Batı müdahaleciliğinden rahatsızlığın izlerini çok açık görmek mümkün.
Hele Rusya için
1990`ların başı ile mukayesede önemi 2000`li yılarda çok daha da artan Ortadoğu
mevzu bahis olunca Moskova yönetimini konuya bakışı daha da hassaslaşıyor. Konu
Suriye olunca, Rusya`nın Tunus, Mısır ve hatta doğal gaz zengini ve Moskova`nın
mühim ekonomik partnerlerinden olan Libya`da olaylarından daha faal ve göreceli
olarak daha sert bir tutum içine girdiği görülüyor. Hatta doğrudan NATO askeri
müdahalesinin yapıldığı ve bu konuda bir BM kararına alındığı Libya konusunda
bele zımni bir rıza gösteren Rusya, Nisan ayında Suriye konusunun BM gündemine
gelmesine veto tehdidi ile engel oldu. Ardından sivil ölümlerin artması üzerine
Ağustos`ta kabul edilen BM`nin Suriye kararının yumuşatılarak çıkmasını
sağlamıştır. Rusya yönetimi Ekim ayında ise Çin`le birlikte BM`nin Suriye sert
yatırımlar içeren kararını veto etmiştir.
Rusya Suriye konusuna bu
kadar ilgi göstermesi boşuna değil. Öncelikle, Suriye tarihsel açıdan Rusya`nın
kendi selefi hesap ettiği SSCB`nin Orta Doğu politikasında Irak`la birlikte
özel öneme sahip olmuştur. Özellikle Beşşar Esad`ın babası Hafız Esad zamanında
zirveye çıkan SSCB-Suriye ilişkileri Gorbaçev`in politikaları ile ciddi bir
sekteye uğrasa da Vladimir Putin`in 2000`li yıllardaki başkanlığı döneminde
yeni bir ivme kazanmıştır. Ocak 2005 yılı da Beşşar Esad`ın Moskova ziyareti ve
Mayıs 2010`de Dimitri Medvedev`in Şam ziyareti bu ilişkiler surecini yeni bir
noktaya taşımıştır. Moskova için Suriye ile ilişkilerin güçlendirilmesi
Ortadoğu denkleminde yerini almak bakımından önemli fırsat sunuyor. Suriye`nin
Arap-İsrail problemindeki konumu ise Moskova`nın bu hesabının hiç de yanlış
olmadığının göstergesi sayılabilir.
Suriye`nin Akdeniz`e
sınırının olması bir başka neden sayılabilir. Akdeniz`in hem tarihsel konumu,
hem de son dönemlerdeki artan stratejik önemi Moskova`nın tarihsel denizlere
açılma stratejisi ile birlikte düşünüldüğünde bu konu daha iyi anlaşılmaktadır.
Daha 1971 yılında SSCB`nin Hafız Esad`la yapılan bir anlaşma gereği Tartus`da
Akdeniz`e çıkan Sovyet Donanması için bir deniz üssü oluşturması bu durumun en
önemli kanıtı. Ortadoğu`ya ve Suriye`ye en ilgisiz göründüğü 1990’ların başında
bile Tartus`daki deniz üssüden vazgeçmeyen Rusya 2009 yılında buranın
yenilenmesi ve daha büyük gemiler için genişlendirmesi çalışmalarına
başlamıştır. Amerikan ve NATO gemilerinin, İran`ın, Türkiye`nin, İsrail`in,
hatta Güney Kıbrıs`ın boy gösterdiği, hemen kıyısında Libya, Suriye gibi
ülkelerde baş verenler ve baş verecekler Akdeniz`deki Tartus limanının önemini
iyice açığa çıkarmış durumda. Nitekim bugünlerde Rus savaş gemilerinin
Suriye`ye geldiğine dair iddialar ve Aralık`ta bölgede olacağına dair bilgiler
Moskova`nın bu havzadaki güç mücadelesinin dışında kalmak niyetinin olmadığının
habercisi.
Suriye`nin Rusya için
öneminin bir başka sebebini bu ülkeye satılan Rus silahları oluşturmaktadır.
SSCB döneminde mühim silah müşterilerinden olan Suriye ile silah ticareti
Esad`ın Moskova ziyareti ile yeni boyutlar kazanmıştır. Sefer zamanı Rusya
Suriye`nin Sovyet döneminden kalan yaklaşık 14 milyar dolarlık borcunun 10
milyarını silmiştir. Bu borcun Tartus`daki deniz üssünü genişlendirilmesi ve
Şam yönetimin yeni Rus silahları satın alması karşılığı silindiği bildiriliyor.
Zaten Suriye`nin Rus silah ihracatının içinde öncü yerlerden birini tutması ve
Suriye ordusunun silahların yüzde 90`ı Rus yapımı olması da dikkatlerden
kaçmıyor. Moskova`nın Suriye`ye sattığı S-300 füzeleri ile Mig-31 askeri
uçakları ise İsrail ve ABD`de ciddi rahatsızlık yaratmaktadır. Ekim ayında BM
Suriye kararını vetonun ardından ABD`nin bu kurumdaki temsilcisi Suzan Rice`ın
“bazı ülkelerin Suriye halkının desteklemek yerine Şam yönetimine silah satmağı
tercih etmekle suçlaması`da bu rahatsızlığın dışavurumlarından.
Suriye`ni Rusya için
önemli kılan bir başka neden iki ülkenin ticari-ekonomik ilişkileridir. İki
ülke arasında 2010 yılındaki ticaret hacmi 1,1 milyar dolar civarında. Ayrıca
Suriye`de Rus yatırımlarının hele 2009 yılı sonu itibariyle 20 milyar dolara
ulaştığı biliniyor. Her ne kadar önemsiz gibi görünse de Suriye`deki Rus
yatırımcıları içerisinde Stroitransgaz`ın, Tatneft`in ve İTERA`nın enerji
faaliyetleri ise özel dikkat çekiyor. Suriye`nin “Arap Gaz Kemeri” projesindeki
önemi ve bu durumun Rusya`ya dolaylı da olsa bu projeye katılma fırsatı vermesi
Şam`ı Moskova`nın bölgedeki enerji çıkarları bağlamındaki önemini artırıyor.
Rusya için Suriye`nin
bir diğer önemi bu ülkenin Hıristiyanlık özellikle Ortodoksluk tarihi ve kutsal
yerleri bakımından oynadığı rol ve yüzde 15’e varan Hıristiyan nüfusudur.
Rusya`nın Ortodoksluk dünyasına yönelik liderlik iddiaları ve bu çerçevede
Moskova Patrikliğinin Fener Rum Patrikliyi ile girdiği mücadele fonunda
Suriye`deki Hıristiyan yapı önemlidir. Nitekim Suriye`de ortalığın toz duman
olduğu bu dönemde Moskova (ve Rusya) Patriği Kirill’in 12-15 Kasım 2011
tarihlerini kapsayan Suriye ziyareti ve Beşşar Esad` tarafından kabulünde
verilen mesajlar bu boyutun iki ülke arasındaki ilişkilerdeki önemi bir daha
ortaya koymaktadır.
Üste belirtilen
faktörler Rusya`nın Suriye yönetimin yanında olması için yeteri kadar neden
olduğunu ortaya koysa da, sürecin nasıl gelişeceğinin kestirilememesi, önceki
örnekler, Moskova`yı, özelde Suriye, genelde ise “Arap Baharı”na ilişkin yeni
bir konsept geliştirmeye itiyor. Zaten çok sayıda Rus uzmanlar, Rus dış
politikasını “Arap Baharı” sürecinde pasiflik ve yanlış tercihler yapmakta
suçluyor.
Bu çerçevede Moskova
yönetimi bir yandan Esad`a reform yap çağrısı yaparken, diğer yandan muhalefete
ülkeye iç savaşa sürüklenmemesi ve diş dünyaya da bu savaşı kışkırtmaması
uyarısında bulunmaktadır.
Bu yeni konseptin bir
diğer mühim ayağını ise olaylarda “arabulucu” misyonu üstlenme oluşturuyor.
Moskova, Suriye`nin bu noktada uygun bir deneme tahtası olacağını hesaplıyor.
Nitekim 15 Kasım`da Moskova`da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov`un Suriye
Milli Konseyi Başkanı Burhan Galyun`un başkanlığındaki bir heyet ile
müzakereleri de bunun somut işareti sayılabilir. Her ne kadar her iki taraf
farklı amaçlar peşinde olsa da ve görüşme sonrası kendi pozisyonlarını
koruduklarını açıklasalar da, görüş ilkin temasın sağlanması bakımından önemli
bir gelişmedir. Ayrıca, görüşü Rusya`nın Esad sonrası Suriye`de Rus
çıkarlarının garanti altına alınması istikametinde bir adım kimi de yorumlamak
mümkün. Rusya`nın bu arabuluculuk konseptinin ne kadar başarılı olacağını zaman
gösterecek. Ancak olayların Rusya`nın bu misyonuna fazla olanak tanımayacak
şekilde geliştiğini de unutmamak gerekir.
22.11.2011 18:20 Yerel
saatı | 15:20 Dünya saatı
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder