29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya ve Akdeniz




Akdeniz hiç kuşkusuz son dönemlerde uluslararası medyanın ilgisini en fazla çeken su havzalarının başında geliyor.
Esasında Avrupa, Afrika ve Asya kıtalarının kavşağında yerleşen dünyanın en büyük iç denizi olan Akdeniz tarihi, jeopolitiği ve dahası enerji yollarının üzerinde olması sebebiyle bu ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Kıbrıs sorunu, İran meselesi, Somali korsanları, petrol ve doğal gaz aramaları derken, “Arap baharı” Akdeniz`i iyice çeşitli devletlerin faaliyet alanına dönüştürdü. Akdeniz deyim yerindeyse ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, İsrail, Türkiye ve İran askeri gemileri boy gösterme ve manevra alanı oldu.
İsmi Akdeniz`le anılan bir başka ülke de beklendiği üzere Rusya oldu. Başlangıçta yapılan yorumlarda Esat rejimine Rusya`nın desteği daha çok Moskova`nın Suriye`nin Akdeniz kıyısındaki Sovyet döneminden kalan Tartus limanını koruma endişesi ile izah ediliyordu. Rus savaş gemilerinin Akdeniz sularında sıklaşan boy göstermeleri Tartus`daki Rus üssünün kaderine dair rahatsızlığı, ya da en fazla bu denizde son dönemlerde artan askeri kıpırdamayla ilişkilendiriliyordu.
Ancak, Rusya`nın Suriye meselesinde Çin ve İran`la fiili ittifak oluşturarak Batı ve Türkiye`ye karşı koyması ve bu çerçevede Akdeniz`de Suriye`yi içine alacak ortak askeri tatbikat iddiaları durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Rusya`nın Güney Kıbrıs`tan üs isteme iddiaları da işin tuzu biberi oldu. Ve bu durum Rusya`nın tarihi Akdeniz iddialarını akla getiriyor.
Tabii ki, bundan en fazla rahatsız olanların başında Osmanlı döneminde bir süre “Türk gölü” gibi telakki edilen Akdeniz`le en uzun sınırı olan Türkiye`nin gelmiş olması şaşırtıcı değil. Rusya`nın Akdeniz`e ilişkin tarihi iddiaları, geçen yazımızda bahsettiğimiz ulusal deniz stratejisi ve bu konsepte ilişkin uygulamaları Ankara`yı rahatsız edecek kadar önemli.
Öncelikle, Rusların Akdeniz`e tarihi ilgisi ta 9. yüzyılda Rus tüccar ve denizcilerinin bölgeye gelişi ile başlar. Ancak Rusya`nın Akdeniz`e çıkış iddiaları denizlere çıkma stratejisi ile ciddiyet kazanmıştır. Şöyle ki, Rusya’nın sıcak denizlere çıkma hedefinde en önemli aşamalardan biri İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinden Akdeniz’e çıkmak olmuştur.
Rusya’nın geleneksel Akdeniz ve Boğazlar siyaseti kendi güç pozisyonuna göre iki boyutlu bir içerik taşımıştır. Ruslar kendilerini zayıf hissettiklerinde Akdeniz ve Boğazları bir güvenlik meselesi gibi görerek, Boğazların yabancı gemilere kapatılması ve Karadeniz’e girmelerinin önlenmesi siyaseti gütmüştür.
Güçlü oldukları dönemlerde ise Boğazlar üzerinden Akdeniz’e inerek Fransa’nın Ortadoğu’da kurmak istediği üstünlüğe veya İngiltere’nin Hint yolu güvenliğine darbe vurmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda Boğazlar ve Üçüncü Roma teorisi ile kutsallık atfedilen İstanbul’un (Ruslara göre Tsargrad’ın yani Çar’ın kentinin) ele geçirilmesi Rusya İmparatorluğu’nun önemli hedeflerinden biri olmuştur.
18. yüzyıl sonuna kadar Rusya’nın bu amaçlarına tek başına karşı koyabilen Osmanlı Devleti, zayıflaması ile paralel olarak 19. yüzyıldan itibaren bu konuda İngiltere, Fransa ve Almanya’nın desteğini almaya çalışmıştır. Rusya İmparatorluğu’nun bu hedefine en yaklaştığı dönem İngiltere ve Fransa’yla birlikte Birinci Dünya Savaşı’na girdiği dönemdir.
Fakat Ekim Devrimi nedeniyle Rusya’nın yeni bir siyasal sisteme yönelmesi, savaştan çekilmesi ve savaş öncesi yapılan anlaşmaları geçersiz ilan etmesi yeni dönemi başlatmıştır. Yeni Sovyet liderliği İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar Rusya İmparatorluğu’nun zayıf zamanındaki Boğazlar politikasına sadık kalmış ve Batılı devletlere karşı Türkiye’nin tezini savunur bir pozisyon sergilemiş, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından galip devlet vasfının kendisine sağladığı avantajı kullanarak 1946’da Boğazlarda üs talebinde bulunmuştur.
İkinci Dünya savaşı sonrası pazarlıklarında Yunanistan`ın Batı kampında kalmasına, Tito Yugoslavya`sı ile bozulan ilişkiler de eklenince SSCB Akdeniz`e çıkışta sadece küçücük Arnavutluk`a mahkum kaldı. Buna Sovyet deniz kuvvetlerinin yeterince güce ulaşmaması eklenince Akdeniz hayali 1960 sonrasına ertelendi.

1960’lı yıllarda deniz kuvvetlerini güçlendiren SSCB Amerikan 6. filosuna karşı Montrö sözleşmesindeki boşlukları dikkate alarak yaptığı askeri gemilerle Boğazlar aracılığı ile Akdeniz`e geçerek dengeyi sağlamaya çalıştı. 1967 yılının Temmuz ayında SSCB görev yeri Akdeniz olan 5. eskadronu kurdu.
Bu filodaki bazı gemilerin 1967 yılındaki Arap-İsrail savaşı sırasında İsrail askeri uçaklarını vurmada rol aldığı, hatta İsrail`i bombalama için hazırlıklar yapma emri aldığı iddiaları mevcut. 1960`lı yılların sonundan itibaren SSCB kendini açıkça aynı zamanda “Akdeniz gücü” gibi de nitelerken, Sovyet gemileri için bu denize seferler rutin karakter kazandı. Tartus limanının Suriye`den kiralanması da bu döneminin ürünü. Ancak SSCB’nin çöküşü ile 5. Eskadron lağvedildi, gemileri ise başta Karadeniz filosu olmak üzere çeşitli Rus askeri filolarına dağıtıldı.
1991 sonrası Rus gemilerinin zaman zaman ender de olsa Akdeniz`e çıktıkları görülse de, bu sürecin 2000`li yıllarda ciddi bir ivme kazandığı gözlemleniyor. Bunda hiç kuşkusuz “Rusya Yeni Doktrini-2020” stratejik belgesinde yer alan “Akdeniz`de askeri-politik istikrarın temini” ve bu çerçevede “bölgede yeterli askeri deniz gücü bulundurma” ilkelerinin belirleyici etkisi var. 2000`li yıllarda Libya ile geliştirilen ilişkileri, Tartus limanın genişleme çabalarını ve Akdeniz`de Rus askeri gemilerinin sıkça boy göstermelerini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Rusya Akdeniz`deki bu hareketliliğini Tartus limanı endişesi ile izah etse de, Pentagon da bölgedeki bu Rus faaliyetlerinden rahatsız olmadığını dese de, gelişmeler aksini söylüyor.
Yine Türkiye açısından Rusya`nın Akdeniz`deki varlığı ve hareketliliği, Karadeniz`de Ukrayna`nın Kırım ve Gürcistan`ın işgal edilmiş bölgelerinde konuşlanan Rus askeri filoları ile birlikte düşünüldüğünde daha da rahatsızlık verici oluyor. Moskova`daki Putin-Erdoğan görüşmesini ve tam da bu ziyaret sırasında Türk Savunma Bakanının 1 günlük Gürcistan seferine bu açıdan bakmakta fayda var.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
20.07.2012 13:30 Yerel saatı | 10:30 Dünya saatı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder