Bu bağlamda Putin yönetiminin izlediği strateji “güçlü ve etkin
merkezi devlet, güçlü ekonomi, güçlü ordu ve uzlaştırıcı, pragmatist aktif bir
dış politika” biçiminde formüle edilebilecek ve birbiriyle sıkı bağlantılı olan
dört temel hedefi gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Putin yönetiminin bu
hedeflerini gerçekleştirmek için uyguladığı politikaları ise ülke içinde ve
dışında olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Putin reformlarının ilk
ayağını oluşturan içerde federal düzeyde uygulanacak siyasal ve idari
politikalarla “güçlü ve etkin merkezi devlet” gerçekleştirmek amaçlanmıştır. Bu
hedefin gerçekleştirilebilmesi için Putin’in uyguladığı politikalar üç boyutlu
bir nitelik arz etmiştir. Bu politikaların ilk boyutunu ülke içinde Kremlinin
otoritesini etkin biçimde tesis etmek ve bu bağlamda federal yönetimi
güçlendirmek çabaları oluşturmuştur. Nitekim merkezkaç eğilimlerin bastırılması
için Çeçenistan’a yapılan Ağustos 1999 tarihli ikinci silahlı müdahale ve
federal hükümeti bölgeler karşısında daha da güçlendiren reformlar bu
politikanın iki boyutunu oluşturmuştur.
Öte yandan, Putin
yönetimi federal merkezin Rusya siyasal sisteminin en etkin ve belirleyici
aktörü olması için çeşitli adımlar atmıştır. Bu çerçevede Rus siyasal sistemin
yeniden şekillenmesi için yasalar çıkartılmış ve Yeltsin döneminde siyasi
iktidar üzerinde etkinlik kuran oligarhları sindirmeye yönelik bir politika
uygulanmıştır. Oligarşiyle mücadelenin başarılı olması, aynı zamanda federal
yönetimin ülke ekonomisi üzerinde tam kontrolünü sağlamak ve etkinliğini
artırmak için de gerekli koşullardan biriydi. Bu bağlamda “güçlü devlet”
hedefini gerçekleştirmek için uygulanan politikalar “güçlü ekonomi” hedefinin
gerçekleşmesine de katkıda bulunur nitelikteydi. Putin yönetiminin “güçlü
ekonomi” hedefi Yeltsin döneminde krizle boğuşan ekonomiyi bu durumdan
kurtarmak için etkin politikalar uygulamayı amaçlamaktaydı.
Kontrollü reformun
üçüncü önemli hedefi güçlü devlete katkıda bulunacak ve çağdaş koşullara uyum
gösteren “güçlü ordu”nun oluşturulması için gerekli reformların yapılmasıydı.
Modelin dördüncü önemli hedefi Rusya’nın reform sürecine ve büyük güç
amaçlarına hizmet edecek “uzlaşmacı, aktif ve pragmatik bir dış politika”
uygulamaktı. Bu dış politikanın uzlaşmacı boyutu Rusya`da mevcut jeopolitik
seçeneklerin sentezlenmesini, pragmatikliği ülkenin mevcut reform sürecine
zarar verecek radikal adımlardan çekinmeyi, aktiflik boyutu ise Rusya’nın dünya
politikasında hala etkin bir aktör olarak bulunuşunu ortaya koymayı
amaçlamaktaydı. Yani, Putin yönetiminin dış politikası bir yandan ülkenin
mevcut sorunlarını çözmeye imkan verecek ve bunun için de Batı ile yeni bir
Soğuk Savaşı engelleyecek, öte yandan da Rusya’nın saygınlığını tekrar
kazandırmayı ve başta BDT coğrafyası olmak üzere önemli çıkar alanlarında
etkinliğini sürdürmek ve güçlendirmeyi amaçlamaktaydı. Putin yönetiminin
kontrollü dönüşüm modelinin ekonomik alandaki politikaları ise güçlü ekonomi
için devlet kapitalizmi şeklinde tanımlanan yapıyı öngörmekteydi.
Özetle, Rusya Putin’le
birlikte idari anlamda güçlü merkezi devleti hedefleyen, siyasi anlamda
Kremlin’in tam denetimi altında bulunan “güdümlü demokrasi” sisteminin
kurulmaya başlandığı, askeri alanda profesyonel orduya geçişi amaçlayan ve dış
politikada mevcut gerçeklerle tarihi gelenekler arasında rasyonel bir denge
kurma çizgisini benimseyen bir dönüşüm sürecine girmiştir.
2000 ve 2004 yıllarında
arda-arda iki kere devlet başkanlığı yapan Putin 2008 senesinden itibaren ise
Başbakanı gibi Rusya yönetiminde yer aldı. 2008`de Rusya`nın yeni devlet
başkanı Putin`in aday gösterdiği Dimitri Medvedev oldu. Selefi gibi
sürpriz bir biçimde devlet başkanı olan Medvedev ise, Rusya Anayasasının
ülkede kurduğu “süper başkanlık” sistemin en tepesindeki isim olmasına ve
zaman-zaman bazı konularda farklılık görüntüsü vermesine rağmen, iktidarı
süresince Putin gölgesinde çıkamadı. Uzmanlar arasında ise Rusya`da bu dönemi
en iyi halde “Medputin iktidarı” gibi değerlendirilebileceği kanaati var.
Medvedev`in devlet başkanlığı dönemi esas itibariyle Putin dönemi
anlayışının geliştirilerek davam ettirilmesi şeklinde özetlenebilinir. Bu
anlayışın diş politika alanına yansıması ise Rusya`nın artan gücüyle paralel
olarak başta post-Sovyet coğrafyası olmak üzere küresel sistemdeki aktifliğini
daha da artırmasıdır. BDT coğrafyasındaki Rus askeri üslerinin bulunma
sürelerinin uzatılması, enerji alanındaki yeni Rus projeleri ve yeni bölgesel
entegrasyon modeli yaratma çabalarından olan Gümrük Birliği ise bu sürecin en
belirgin sonuçlarından sayılabilinir. Dahası Ağustos 2008 tarihli 5 günlük
Rus-Gürcü savaşı ise Rusya`nın bu aktifliğini ulaşabileceği tehlikeli boyutları
ortaya koymak bakımından mühim bir örnektir.
Eylül sonu “Birleşik
Rusya” partisinin kurultayında Putin`in devlet başkanı ve Medvedev`in ise
başbakan olacağının ilan edilmesi, büyük bir sürpriz olmazsa Rusya`da
önümüzdeki altı yılın iktidar kombinasyonunun “Putvedev” şeklinde tezahür
edeceğini ortaya koymaktadır. Hatta bazı uzmanlar bu kompozisyonun 2024- yılına
kadar devam edeceğini ireli sürmektedirler. Yeni iktidar kompozisyonu
Rusya`da Putin reformlarının davam edeceğini göstermektedir. “Putvedev” dönemi
iç politikada Kremlin`in “egemen demokrasi” (suverennaya demokratiya) diye
tanımladığı, Batıda ise “yönetilen demokrasi” (managed democracy) gibi
eleştirilen siyasi yapısının, bazı yumuşama eğilimlerine açık olmakla beraber
esasen süreceğini göstermektedir. Keza ekonomide bazı liberal adımlar
atılması ile birlikte “devlet kapitalizminin” devam etmesi beklenen
bir gelişmedir. Yine bu kapsamda sosyal içerikli ekonomi politikalarının hız
kazanması beklenmektedir. Askeri alanda Rus ordusunda reformlara devam
edilecek, ordunun modernleşmesi ve profesyonel orduya geçiş çabaları hız
kazanacak.
Yeni dönemde Rus dış
politikasının global ve bölgesel anlamda göreceli olarak daha atılımcı
politikalar peşinde olacaktır. Bu atılımcılığının küresel boyutta kendini ABD
eksenli tek kutuplu sistem arayışlarına daha fazla karşı çıkış ve bu kapsamda
BRİK ve Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde işbirliğini derinleştirme olarak
yansıtabilir. Nitekim bugünlerde Çin`i ziyaret eden Başbakan Putin`in ABD-nın
ekonomik hegemonyasına karşı çıkan mesajı yeni dönemin işaretlerinden biri
kabul edilebilir. Ancak Rusya`nın başta strateji silahlar olmak üzere global
içerikli güvenlik konularında ABD ile ilişkilerini davam ettirecek. Öte yandan,
Rusya`nın AB ile ilişkilerini derinleştirerek davam ettireceği beklenmektedir. Bölgesel
boyutta, Rusya`nın özellikle, BDT coğrafyasında entegrasyon üçün baskı ve
çabalarını güçlendirmesi beklenmektedir. Keza Putin adaylığının olduğunun
açıklanmasında sonra ilk dış politika mesajının “Avrasya Birliyi kurmak” olması
da bu bağlamda manidardır. Yeni dönemde bu kapsamda bir yandan Karabağ
konusunda Rusya`nın etkinliğini koruması ve hatta güçlendirmesi, Kremlin
yönetimin Azerbaycan`ın post-Sovyet entegrasyona katılma karşılığında bu sorunu
çözme noktasında yeni mesajlar vermesi beklenmektedir. Keza Rusya Türkiye ile
ilişkilerinde bir yandan işbirliği süreci yeni boyutlara taşırken, Kafkasya,
enerji, Kıbrıs ve benzeri konularda farklı tavrını korumaya devam edecek.
Sonuç itibariyle,
“Putin`in dönüşü” son 500 yılda aralıksız olarak uluslararası sistemin en mühim
bir kaç aktöründen Rusya küresel siyasette etkisini yeni bir ivme ile daha da
fazla hissettireceğini işareti sayılabilir. Bir etkinliğinin geleneksel
Rus-Sovyet emperyal anlayışı, refleksi ve yöntemleri ile ortaya konulması zaten
çok sorunlu olan küresel ve bölgesel istikrarı daha da zora sokacaktır. Ancak
Putin`in 3. dönemi Rusya`ya daha farklı küresel ve özellikle de bölgesel
boyutta barış ve güvenliğe hizmet edici politikalar izleme fırsatını veriyor.
“Putvedev iktidarının” bu fırsatı ne kadar kullanacağını ise zaman gösterecek.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)MRA
13.10.2011 15:00 Yerel
saatı | 12:00 Dünya saatı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder