29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya`da “Beklenen Sürpriz”: Üçüncü Putin Dönemi - 3




Bu bağlamda Putin yönetiminin izlediği strateji  “güçlü ve etkin merkezi devlet, güçlü ekonomi, güçlü ordu ve uzlaştırıcı, pragmatist aktif bir dış politika” biçiminde formüle edilebilecek ve birbiriyle sıkı bağlantılı olan dört temel hedefi gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Putin yönetiminin bu hedeflerini gerçekleştirmek için uyguladığı politikaları ise ülke içinde ve dışında olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Putin reformlarının ilk ayağını oluşturan içerde federal düzeyde uygulanacak siyasal ve idari politikalarla “güçlü ve etkin merkezi devlet” gerçekleştirmek amaçlanmıştır. Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için Putin’in uyguladığı politikalar üç boyutlu bir nitelik arz etmiştir. Bu politikaların ilk boyutunu ülke içinde Kremlinin otoritesini etkin biçimde tesis etmek ve bu bağlamda federal yönetimi güçlendirmek çabaları oluşturmuştur. Nitekim merkezkaç eğilimlerin bastırılması için Çeçenistan’a yapılan Ağustos 1999 tarihli ikinci silahlı müdahale ve federal hükümeti bölgeler karşısında daha da güçlendiren reformlar bu politikanın iki boyutunu oluşturmuştur.
Öte yandan, Putin yönetimi federal merkezin Rusya siyasal sisteminin en etkin ve belirleyici aktörü olması için çeşitli adımlar atmıştır. Bu çerçevede Rus siyasal sistemin yeniden şekillenmesi için yasalar çıkartılmış ve Yeltsin döneminde siyasi iktidar üzerinde etkinlik kuran oligarhları sindirmeye yönelik bir politika uygulanmıştır. Oligarşiyle mücadelenin başarılı olması, aynı zamanda federal yönetimin ülke ekonomisi üzerinde tam kontrolünü sağlamak ve etkinliğini artırmak için de gerekli koşullardan biriydi. Bu bağlamda “güçlü devlet” hedefini gerçekleştirmek için uygulanan politikalar “güçlü ekonomi” hedefinin gerçekleşmesine de katkıda bulunur nitelikteydi. Putin yönetiminin “güçlü ekonomi” hedefi Yeltsin döneminde krizle boğuşan ekonomiyi bu durumdan kurtarmak için etkin politikalar uygulamayı amaçlamaktaydı.
Kontrollü reformun üçüncü önemli hedefi güçlü devlete katkıda bulunacak ve çağdaş koşullara uyum gösteren “güçlü ordu”nun oluşturulması için gerekli reformların yapılmasıydı. Modelin dördüncü önemli hedefi Rusya’nın reform sürecine ve büyük güç amaçlarına hizmet edecek “uzlaşmacı, aktif ve pragmatik bir dış politika” uygulamaktı. Bu dış politikanın uzlaşmacı boyutu Rusya`da mevcut jeopolitik seçeneklerin sentezlenmesini, pragmatikliği ülkenin mevcut reform sürecine zarar verecek radikal adımlardan çekinmeyi, aktiflik boyutu ise Rusya’nın dünya politikasında hala etkin bir aktör olarak bulunuşunu ortaya koymayı amaçlamaktaydı. Yani,  Putin yönetiminin dış politikası bir yandan ülkenin mevcut sorunlarını çözmeye imkan verecek ve bunun için de Batı ile yeni bir Soğuk Savaşı engelleyecek, öte yandan da Rusya’nın saygınlığını tekrar kazandırmayı ve başta BDT coğrafyası olmak üzere önemli çıkar alanlarında etkinliğini sürdürmek ve güçlendirmeyi amaçlamaktaydı.  Putin yönetiminin kontrollü dönüşüm modelinin ekonomik alandaki politikaları ise güçlü ekonomi için devlet kapitalizmi şeklinde tanımlanan yapıyı öngörmekteydi. 
Özetle, Rusya Putin’le birlikte idari anlamda güçlü merkezi devleti hedefleyen, siyasi anlamda Kremlin’in tam denetimi altında bulunan “güdümlü demokrasi” sisteminin kurulmaya başlandığı, askeri alanda profesyonel orduya geçişi amaçlayan ve dış politikada mevcut gerçeklerle tarihi gelenekler arasında rasyonel bir denge kurma çizgisini benimseyen bir dönüşüm sürecine girmiştir.
2000 ve 2004 yıllarında arda-arda iki kere devlet başkanlığı yapan Putin 2008 senesinden itibaren ise Başbakanı gibi Rusya yönetiminde yer aldı. 2008`de Rusya`nın yeni devlet başkanı Putin`in aday gösterdiği Dimitri Medvedev oldu.  Selefi gibi sürpriz bir biçimde devlet başkanı olan Medvedev ise,  Rusya Anayasasının ülkede kurduğu “süper başkanlık” sistemin en tepesindeki isim olmasına ve zaman-zaman bazı konularda farklılık görüntüsü vermesine rağmen, iktidarı süresince Putin gölgesinde çıkamadı. Uzmanlar arasında ise Rusya`da bu dönemi en iyi halde “Medputin iktidarı” gibi değerlendirilebileceği kanaati var.  Medvedev`in devlet başkanlığı dönemi esas itibariyle Putin dönemi anlayışının geliştirilerek davam ettirilmesi şeklinde özetlenebilinir. Bu anlayışın diş politika alanına yansıması ise Rusya`nın artan gücüyle paralel olarak başta post-Sovyet coğrafyası olmak üzere küresel sistemdeki aktifliğini daha da artırmasıdır. BDT coğrafyasındaki Rus askeri üslerinin bulunma sürelerinin uzatılması, enerji alanındaki yeni Rus projeleri ve yeni bölgesel entegrasyon modeli yaratma çabalarından olan Gümrük Birliği ise bu sürecin en belirgin sonuçlarından sayılabilinir. Dahası Ağustos 2008 tarihli 5 günlük Rus-Gürcü savaşı ise Rusya`nın bu aktifliğini ulaşabileceği tehlikeli boyutları ortaya koymak bakımından mühim bir örnektir.
Eylül sonu “Birleşik Rusya” partisinin kurultayında Putin`in devlet başkanı ve Medvedev`in ise başbakan olacağının ilan edilmesi,  büyük bir sürpriz olmazsa Rusya`da önümüzdeki altı yılın iktidar kombinasyonunun  “Putvedev” şeklinde tezahür edeceğini ortaya koymaktadır. Hatta bazı uzmanlar bu kompozisyonun 2024- yılına kadar devam edeceğini ireli sürmektedirler.  Yeni iktidar kompozisyonu Rusya`da Putin reformlarının davam edeceğini göstermektedir. “Putvedev” dönemi iç politikada Kremlin`in “egemen demokrasi” (suverennaya demokratiya) diye tanımladığı, Batıda ise “yönetilen demokrasi” (managed democracy) gibi eleştirilen siyasi yapısının, bazı yumuşama eğilimlerine açık olmakla beraber esasen süreceğini göstermektedir.  Keza ekonomide bazı liberal adımlar atılması ile birlikte  “devlet kapitalizminin”  devam etmesi beklenen bir gelişmedir. Yine bu kapsamda sosyal içerikli ekonomi politikalarının hız kazanması beklenmektedir. Askeri alanda Rus ordusunda reformlara devam edilecek, ordunun modernleşmesi ve profesyonel orduya geçiş çabaları hız kazanacak.
Yeni dönemde Rus dış politikasının global ve bölgesel anlamda göreceli olarak daha atılımcı politikalar peşinde olacaktır. Bu atılımcılığının küresel boyutta kendini ABD eksenli tek kutuplu sistem arayışlarına daha fazla karşı çıkış ve bu kapsamda BRİK ve Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde işbirliğini derinleştirme olarak yansıtabilir. Nitekim bugünlerde Çin`i ziyaret eden Başbakan Putin`in ABD-nın ekonomik hegemonyasına karşı çıkan mesajı yeni dönemin işaretlerinden biri kabul edilebilir. Ancak Rusya`nın başta strateji silahlar olmak üzere global içerikli güvenlik konularında ABD ile ilişkilerini davam ettirecek. Öte yandan, Rusya`nın AB ile ilişkilerini derinleştirerek davam ettireceği beklenmektedir. Bölgesel boyutta, Rusya`nın özellikle, BDT coğrafyasında entegrasyon üçün baskı ve çabalarını güçlendirmesi beklenmektedir. Keza Putin adaylığının olduğunun açıklanmasında sonra ilk dış politika mesajının “Avrasya Birliyi kurmak” olması da bu bağlamda manidardır. Yeni dönemde bu kapsamda bir yandan Karabağ konusunda Rusya`nın etkinliğini koruması ve hatta güçlendirmesi, Kremlin yönetimin Azerbaycan`ın post-Sovyet entegrasyona katılma karşılığında bu sorunu çözme noktasında yeni mesajlar vermesi beklenmektedir. Keza Rusya Türkiye ile ilişkilerinde bir yandan işbirliği süreci yeni boyutlara taşırken, Kafkasya, enerji, Kıbrıs ve benzeri konularda farklı tavrını korumaya devam edecek.
Sonuç itibariyle, “Putin`in dönüşü” son 500 yılda aralıksız olarak uluslararası sistemin en mühim bir kaç aktöründen Rusya küresel siyasette etkisini yeni bir ivme ile daha da fazla hissettireceğini işareti sayılabilir. Bir etkinliğinin geleneksel Rus-Sovyet emperyal anlayışı, refleksi ve yöntemleri ile ortaya konulması zaten çok sorunlu olan küresel ve bölgesel istikrarı daha da zora sokacaktır. Ancak Putin`in 3. dönemi Rusya`ya daha farklı küresel ve özellikle de bölgesel boyutta barış ve güvenliğe hizmet edici politikalar izleme fırsatını veriyor. “Putvedev iktidarının” bu fırsatı ne kadar kullanacağını ise zaman gösterecek.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)MRA
13.10.2011 15:00 Yerel saatı | 12:00 Dünya saatı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder