30 Aralık 2014 Salı

Azerbaycan ve Suriye meselesi




Suriye meselesi uluslararası gündemde önemli bir konu olarak kalmaya devam etmekle birlikte, eski popülaritesini koruyamamaktadır.
Konunun gündemdeki yerine ilişkin böyle bir değişim yaşanırken, ilginç bir biçimde mesele Azerbaycan gündeminde üst sıralara tırmanmış durumda. Bunun nedeni Suriye’deki iç savaşta giderek güçlenen “dini radikalizm”in değişik askeri yapılanmaları içerisinde Azerbaycan’dan katılımcıların da bulunmasıdır. Dahası, bu savaşçıların tahmin edilen sayıları hiç de azımsanacak gibi değildir. Sosyal medyada dolaşan kimi videolarda bu savaşçıların Azerbaycan’ı da konu eden bazı söylemlerinin bulunması bu endişeyi destekler nitelikte.

Esasında Suriye Azerbaycan için tarihsel olarak fazla anlam ifade etmeyen uzak bir ülkeydi. Nitekim eskiden Suriye Azerbaycan’ın toplumsal hafızasında sadece ünlü Azerbaycan şairi İmameddin Nesimi’nin idam edildiği Halep şehrinin bulunduğu ülkeydi. O kadar. Zaten Suriye de Azerbaycan tarihinin en büyük devleti olarak bilinen Safeviler devletinin bile ulaşamadığı kadar uzaktı. Sovyetler Birliğinin Hafız Esat’la yaptığı sıkı işbirliği bile Irak ve Mısır’la karşılaştırıldığında Azerbaycan’daki toplumsal hafızada Suriye’nin bu konumunu değiştirmedi.
Fakat 1991’deki bağımsızlıktan sonra Azerbaycan ile Suriye arasında yeni unsurlar devreye girdi. Suriye 16 Ocak 1992’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıdı ve 28 Mart 1992’de ise iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kuruldu. Suriye’de Azerbaycan büyükelçiliğinin açılması ise ancak Mayıs 2008’de gerçekleşti.
Taraflar arasında resmi ziyaretler Kasım 1997’da Azerbaycan Dışişleri Bakanı Hasan Hasanov’un Şam seferi ile başlamıştır. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığından yayınlanan bilgilere göre, 2010 yılına kadar iki ülke arasında genellikle bakanlar düzeyinde karşılıklı 15 ziyaret gerçekleştirilmiştir. Bunlardan en dikkat çekeni ise 8-9 Haziran 2009 tarihlerinde Beşer Esat’in Bakü ziyareti olmuştur.
Bu süreçte iki ülke arasında 20 adet anlaşmanın imzalandığı belirtilmektedir. Bunların arasında Mart 2010’da imzalanan ve Azerbaycan’ın Suriye’ye yıllık 1,5 milyar m³ doğal gaz ihracını öngören anlaşma dikkat çekicidir. İki ülke arasında ticaret hacminin 2011 yılı sonu itibariyle 1,3 milyon dolar civarında olduğu kaydedilmektedir.
Yine de belirtilenlere rağmen, “Arap baharının” bu ülkeye sıçramasına kadar Azerbaycan bakımından Suriye özel bir önemi olan ülke gibi görülemez. “Arap baharının” Suriye’ye ulaşması sonrası Azerbaycan’daki kimi muhalif çevreler bir paralellik kurma söylemini gündeme getirseler de, az geçmeden bunun realiteyle uyuşmadığı anlaşıldı.
Suriye meselesinin Azerbaycan açısından önem arz etmeye başlaması esasen üç konu üzerinden gelişmiştir. Öncelikle, Azerbaycan 2012-2013 yıllarında BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyelerinden biriydi. Bu dönemde Suriye meselesi BM Güvenlik Konseyi’nin en yoğun tartıştığı konuydu. Azerbaycan da, bu konseyin üyesi ve iki kere de (Mayıs 2012 ve Ekim 2013) kurula dönem başkanlığı yapmış bir ülke olarak, en üst düzeyde ve keskin diplomatik mücadelenin yürütüldüğü bir ortamda Suriye meselesine ilişkin pozisyon belirlemek durumundaydı.
Mücadelenin taraflarının ABD-AB-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ile Rusya-İran-Çin olması da Azerbaycan açısında ciddi handikaplar oluşturuyordu. Keza, taraflardan birisi insani gerekçelerle dış müdahaleyi teşvik eder konumdayken, diğer taraf Suriye’deki insani felaketi göz ardı ederek müdahaleye karşı çıkmakta idi. Azerbaycan açısında birinci tarafta açıkça yer almak, özellikle Rusya ve İran’la zaten sıkıntılı olan ilişkileri germek, ikincilerin yanında yer almak ise Esat’ın insanlık dışı uygulamalarından yana tavır koymak ve stratejik müttefik Türkiye ile ters düşmek anlamımı taşıyordu.
Azerbaycan diplomasisinin söylem ve eylemlerini incelediğimiz zaman, Bakü yönetimin tavrında üç temel unsur öne çıkmaktadır. Öncelikle, verilen açıklamalarda Azerbaycan yönetimi Esat rejiminin şiddete dayanan yaklaşımlarını eleştirmiş ve sorunun diyalog yoluyla çözümünü vurgulamıştır. İkincisi, Suriye’de insani felaketin önlenmesi için uluslararası diplomatik arabuluculuk faaliyetlerini desteklemiştir. Üçüncüsü, Suriye’ye bir dış askeri müdahaleye karşı çıkılmıştır. Öte yandan, Azerbaycan yönetiminin Türkiye-Suriye gerginliğinde doğrudan Ankara’dan yana açık bir tavır takındığı da görülmektedir.
Suriye meselesinin Azerbaycan’ı ilgilendiren ikinci boyutunu bu ülkedeki Ermeni nüfusunun Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarına göç ettirilmesi oluşturmuştur. Çeşitli kaynaklara göre, Suriye’de 100 ile 150 bin arasında Ermeni yaşamaktadır. Önemli bir kısmı özellikle sıcak çatışmaların yoğun olduğu Halep’te yaşayan Ermeniler, Suriye’yi terk etmeye başlayınca Ermenistan da göç için tercih edilen ülkeler arasında yer almıştır. Nitekim Ermenistan kaynakları olayların başladığı tarihten 2013 yılı sonuna kadar 9 bin Suriyeli Ermeni’nin ülkeye geldiğini belirtmekteler.
Ancak Erivan yönetimi, bu göçmenleri işgal ettiği Karabağ bölgesine yerleştirmeye başlamıştır. Ermeni yönetiminin bu tavrının ortaya çıkması ile 2012 yılının Temmuz ayında Azerbaycan yönetimi duruma itiraz eden bir beyanat yayınlamıştır. Ermenistan yönetiminin bu tavrı Karabağ’da azalan Ermeni nüfusunu takviye etmeyi ve soruna İsrail-Filistin meselesindeki gibi yerleşimciler konusunu ekleyerek daha da zorlaştırma gibi okunabilir.
Suriye meselesinin Azerbaycan’ı ilgilendiren üçüncü boyutunu ise yazının başında da belirttiğimiz gibi savaşçılar konusu oluşturmaktadır. Son aylarda basında yer alan haberlere bakılırsa, Suriye’de sayıları 100 ile 200 arasında değiştiği söylenen Azerbaycan vatandaşı savaşmaktadır. Bunların yaklaşık 15-20’sinin artık savaşta öldüğü gelen bilgiler arasında. Esas itibariyle Selefi çizgisinde olduğu gözlemlenen bu savaşçılar Azerbaycan’da dini radikalizme ilişkin toplumsal ve siyasi endişeleri güçlendiren bir unsur olarak dikkat çekiyor.
Nitekim Azerbaycan’da çeşitli resmi kurumların, milletvekillerinin ve aydınların katıldığı bu çerçevede bir tartışma başlamış durumda. Bu tartışmalara bağlamında Selefilerin toplumsal etkinliğinin yanı sıra, toplumsal yapının dinle ilgili kurumlarının durumları da sorgulanmaktadır. Keza, şu aralar bir az geri planda da kalsa da, komşu İran’ın Şia mezhebi referanslı dinsel faaliyetleri de endişe doğurucu husus olarak varlığını sürdürüyor.
İran’ın Suriye politikası da dikkate alınırsa, bu ülkeye sadece selefi çizgisinden olanların değil, Tahran’ın yönlendirmesi ile giden Azerbaycan vatandaşlarının da bulunduğunu tahmin etmek güç değil. Azerbaycan’ın toplumda hem Sünni, hem de Şia mezhebine mensup Müslümanların bulunduğu göz önünü alınırsa, bu durumun uzun vadede önemli riskler doğurabileceğini riskini göz ardı etmemek gerekir.
Dr. Nazim Cafersoy
24.02.2014 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder