Suriye meselesi uluslararası gündemde önemli bir konu olarak kalmaya devam
etmekle birlikte, eski popülaritesini koruyamamaktadır.
Konunun gündemdeki
yerine ilişkin böyle bir değişim yaşanırken, ilginç bir biçimde mesele
Azerbaycan gündeminde üst sıralara tırmanmış durumda. Bunun nedeni Suriye’deki
iç savaşta giderek güçlenen “dini radikalizm”in değişik askeri yapılanmaları
içerisinde Azerbaycan’dan katılımcıların da bulunmasıdır. Dahası, bu
savaşçıların tahmin edilen sayıları hiç de azımsanacak gibi değildir. Sosyal
medyada dolaşan kimi videolarda bu savaşçıların Azerbaycan’ı da konu eden bazı
söylemlerinin bulunması bu endişeyi destekler nitelikte.
Esasında Suriye Azerbaycan için tarihsel olarak fazla anlam ifade etmeyen uzak bir ülkeydi. Nitekim eskiden Suriye Azerbaycan’ın toplumsal hafızasında sadece ünlü Azerbaycan şairi İmameddin Nesimi’nin idam edildiği Halep şehrinin bulunduğu ülkeydi. O kadar. Zaten Suriye de Azerbaycan tarihinin en büyük devleti olarak bilinen Safeviler devletinin bile ulaşamadığı kadar uzaktı. Sovyetler Birliğinin Hafız Esat’la yaptığı sıkı işbirliği bile Irak ve Mısır’la karşılaştırıldığında Azerbaycan’daki toplumsal hafızada Suriye’nin bu konumunu değiştirmedi.
Fakat 1991’deki
bağımsızlıktan sonra Azerbaycan ile Suriye arasında yeni unsurlar devreye
girdi. Suriye 16 Ocak 1992’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıdı ve 28 Mart
1992’de ise iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kuruldu. Suriye’de
Azerbaycan büyükelçiliğinin açılması ise ancak Mayıs 2008’de gerçekleşti.
Taraflar arasında resmi
ziyaretler Kasım 1997’da Azerbaycan Dışişleri Bakanı Hasan Hasanov’un Şam
seferi ile başlamıştır. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığından yayınlanan bilgilere
göre, 2010 yılına kadar iki ülke arasında genellikle bakanlar düzeyinde
karşılıklı 15 ziyaret gerçekleştirilmiştir. Bunlardan en dikkat çekeni ise 8-9
Haziran 2009 tarihlerinde Beşer Esat’in Bakü ziyareti olmuştur.
Bu süreçte iki ülke
arasında 20 adet anlaşmanın imzalandığı belirtilmektedir. Bunların arasında
Mart 2010’da imzalanan ve Azerbaycan’ın Suriye’ye yıllık 1,5 milyar m³ doğal
gaz ihracını öngören anlaşma dikkat çekicidir. İki ülke arasında ticaret
hacminin 2011 yılı sonu itibariyle 1,3 milyon dolar civarında olduğu
kaydedilmektedir.
Yine de belirtilenlere
rağmen, “Arap baharının” bu ülkeye sıçramasına kadar Azerbaycan bakımından
Suriye özel bir önemi olan ülke gibi görülemez. “Arap baharının” Suriye’ye
ulaşması sonrası Azerbaycan’daki kimi muhalif çevreler bir paralellik kurma
söylemini gündeme getirseler de, az geçmeden bunun realiteyle uyuşmadığı
anlaşıldı.
Suriye meselesinin
Azerbaycan açısından önem arz etmeye başlaması esasen üç konu üzerinden
gelişmiştir. Öncelikle, Azerbaycan 2012-2013 yıllarında BM Güvenlik Konseyi’nin
geçici üyelerinden biriydi. Bu dönemde Suriye meselesi BM Güvenlik Konseyi’nin
en yoğun tartıştığı konuydu. Azerbaycan da, bu konseyin üyesi ve iki kere de
(Mayıs 2012 ve Ekim 2013) kurula dönem başkanlığı yapmış bir ülke olarak, en
üst düzeyde ve keskin diplomatik mücadelenin yürütüldüğü bir ortamda Suriye
meselesine ilişkin pozisyon belirlemek durumundaydı.
Mücadelenin taraflarının
ABD-AB-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ile Rusya-İran-Çin olması da Azerbaycan
açısında ciddi handikaplar oluşturuyordu. Keza, taraflardan birisi insani
gerekçelerle dış müdahaleyi teşvik eder konumdayken, diğer taraf Suriye’deki
insani felaketi göz ardı ederek müdahaleye karşı çıkmakta idi. Azerbaycan
açısında birinci tarafta açıkça yer almak, özellikle Rusya ve İran’la zaten
sıkıntılı olan ilişkileri germek, ikincilerin yanında yer almak ise Esat’ın
insanlık dışı uygulamalarından yana tavır koymak ve stratejik müttefik Türkiye
ile ters düşmek anlamımı taşıyordu.
Azerbaycan
diplomasisinin söylem ve eylemlerini incelediğimiz zaman, Bakü yönetimin
tavrında üç temel unsur öne çıkmaktadır. Öncelikle, verilen açıklamalarda
Azerbaycan yönetimi Esat rejiminin şiddete dayanan yaklaşımlarını eleştirmiş ve
sorunun diyalog yoluyla çözümünü vurgulamıştır. İkincisi, Suriye’de insani
felaketin önlenmesi için uluslararası diplomatik arabuluculuk faaliyetlerini
desteklemiştir. Üçüncüsü, Suriye’ye bir dış askeri müdahaleye karşı
çıkılmıştır. Öte yandan, Azerbaycan yönetiminin Türkiye-Suriye gerginliğinde
doğrudan Ankara’dan yana açık bir tavır takındığı da görülmektedir.
Suriye meselesinin
Azerbaycan’ı ilgilendiren ikinci boyutunu bu ülkedeki Ermeni nüfusunun
Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarına göç ettirilmesi oluşturmuştur. Çeşitli
kaynaklara göre, Suriye’de 100 ile 150 bin arasında Ermeni yaşamaktadır. Önemli
bir kısmı özellikle sıcak çatışmaların yoğun olduğu Halep’te yaşayan Ermeniler,
Suriye’yi terk etmeye başlayınca Ermenistan da göç için tercih edilen ülkeler
arasında yer almıştır. Nitekim Ermenistan kaynakları olayların başladığı
tarihten 2013 yılı sonuna kadar 9 bin Suriyeli Ermeni’nin ülkeye geldiğini
belirtmekteler.
Ancak Erivan yönetimi,
bu göçmenleri işgal ettiği Karabağ bölgesine yerleştirmeye başlamıştır. Ermeni
yönetiminin bu tavrının ortaya çıkması ile 2012 yılının Temmuz ayında
Azerbaycan yönetimi duruma itiraz eden bir beyanat yayınlamıştır. Ermenistan
yönetiminin bu tavrı Karabağ’da azalan Ermeni nüfusunu takviye etmeyi ve soruna
İsrail-Filistin meselesindeki gibi yerleşimciler konusunu ekleyerek daha da
zorlaştırma gibi okunabilir.
Suriye meselesinin
Azerbaycan’ı ilgilendiren üçüncü boyutunu ise yazının başında da belirttiğimiz
gibi savaşçılar konusu oluşturmaktadır. Son aylarda basında yer alan haberlere
bakılırsa, Suriye’de sayıları 100 ile 200 arasında değiştiği söylenen
Azerbaycan vatandaşı savaşmaktadır. Bunların yaklaşık 15-20’sinin artık savaşta
öldüğü gelen bilgiler arasında. Esas itibariyle Selefi çizgisinde olduğu
gözlemlenen bu savaşçılar Azerbaycan’da dini radikalizme ilişkin toplumsal ve
siyasi endişeleri güçlendiren bir unsur olarak dikkat çekiyor.
Nitekim Azerbaycan’da
çeşitli resmi kurumların, milletvekillerinin ve aydınların katıldığı bu
çerçevede bir tartışma başlamış durumda. Bu tartışmalara bağlamında Selefilerin
toplumsal etkinliğinin yanı sıra, toplumsal yapının dinle ilgili kurumlarının
durumları da sorgulanmaktadır. Keza, şu aralar bir az geri planda da kalsa da,
komşu İran’ın Şia mezhebi referanslı dinsel faaliyetleri de endişe doğurucu
husus olarak varlığını sürdürüyor.
İran’ın Suriye
politikası da dikkate alınırsa, bu ülkeye sadece selefi çizgisinden olanların
değil, Tahran’ın yönlendirmesi ile giden Azerbaycan vatandaşlarının da
bulunduğunu tahmin etmek güç değil. Azerbaycan’ın toplumda hem Sünni, hem de
Şia mezhebine mensup Müslümanların bulunduğu göz önünü alınırsa, bu durumun
uzun vadede önemli riskler doğurabileceğini riskini göz ardı etmemek gerekir.
Dr. Nazim Cafersoy
24.02.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder