29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya`nın “Deniz Sevdası”




Son bir kaç ayda haber ajanslarında ilk bakışta bir biriyle o kadar da alakası olmayan, ama içinde bir şekilde Rusya`nın olduğu bazı gelişmeler yer aldı.
Örneğin, Nisan ayında Çin ve Rusya Çin denizinde ortak askeri tatbikat yaptı. Aynı ayın başında Rusya Hazar Deniz filosu bünyesine alacağı 11661K projeli «Dağıstan» klas yeni füze korveti artık suya indirdi. Keza Haziran`da İran`ın Hazar`a denizaltı indireceği iddiası gündeme geldi. Ve bu konu Rusya gündeminde kendine özel yer buldu.
Rusya`nın Akdeniz`deki etkinlikleri ise Türkiye gündeminde zaten önemli ölçüde yer alıyor. Haziran`da Tahran merkezli Fars haber ajansı, Rusya, Çin, İran ve Suriye’nin ortak askeri tatbikat yapacağını iddia etti. Ankara`nın rahatsızlığına neden olan bu aktiflik Rusya`nın borç karşılığında Güney Kıbrıs`tan üs istediği iddiasının gündeme gelmesiyle yeni bir boyut kazandı.
Bütün bu gelişmelerin ortak özelliği ise Rusya`nın denizlerde aktifliğinin, ya da son dönemlerde Türk dış politika literatüründe en moda kavramlarından biri ile ifade edecek olursak “görünürlüğünün” artmasıdır. Rusya`nın denizlerdeki tutumu sadece, adı geçen bölgelerde meydana gelen güncel olayların sonucu değil, aynı zamanda ciddi tarihi arka planı olan uzun vadeli bir ulusal deniz stratejisinin ürünüdür.
Tarihi bakımdan denizlere, daha doğrusu sıcak denizlere çıkış hedefi geleneksel Rus emperyal genişlemesinin en önemli hususlarından biridir. Şöyle ki, dünyanın en büyük kara devleti konumundaki Rusya’nın denizlere çıkma hedefinin 17. yüzyıldan itibaren yoğunlaşmaya başladığı görülmektedir. Dönemin şartlarında açık denizlere çıkışın olması ve deniz yollarına egemen olmak ucuz yollardan ticaret yapabilme ve zengin olmak anlamına gelmekteydi.
Nitekim büyük deniz filoları olan Ceneviz, Venedik, Floransa gibi kent-devletlerin ulaştığı zenginlik, ayrıca dönemin en önemli güçlerinden Osmanlı, Portekiz, İspanya ve İngiltere’nin aynı zamanda büyük deniz güçleri olması Rusya için denizlere çıkışın sağlanmasını gerekli ve çekici hale getirmiştir.
Rusya’nın “sıcak denizlere çıkış” hedefinin tarihsel süreçte Baltık, Karadeniz, Hazar ve Boğazlar üzerinden Akdeniz’e ulaşmak temelinde geliştirildiğini söylemek mümkündür. Rusya’nın aynı zamanda bir deniz gücü olması anlamına gelecek bu hedefin gerçekleştirilmesinde ilk önemli adım Rusya Çarı ve ilk imparatoru 1. Petro (1682–1725) tarafından atılmıştır. Petro’nun ilk hedefi Karadeniz’e çıkmak olmuş, bu çerçevede 1696’da Karadeniz’in kilidi konumundaki Azak kalesi Osmanlı’dan alınmıştır.
Fakat tüm çabalara rağmen, Osmanlı ile savaş için Avrupa güçlerinden (Venedik, Avusturya, Lehistan, İngiltere ve Fransa) destek alamayan Rusya, 1700’de imzalanan Rus-Osmanlı barış anlaşması ile geri adım atmış ve 1711’deki Prut yenilgisinin ardından Azak kalesi Osmanlı’ya iade edilmiştir. Bu gelişme üzerine 1. Petro denizlere çıkma hedefini gerçekleştirmek için Lehistan ve Danimarka ile ittifak yaparak Baltık denizi sahillerine çıkış için İsveç’e savaş açmıştır. 22 yıl (1700–1721) devam eden Kuzey Savaşı’nın ardından 1721’de imzalanan Niştad Anlaşması ile Rusya Baltık’a çıkışını sağlamış ve bir Avrupa gücüne dönüşmüştür.
Rusya’nın Karadeniz’e çıkış mücadelesi ise Çariçe Büyük Katerina döneminde (1762–1796) başarıyla sonuçlanmış, 1774’de Osmanlı devletiyle imzalanan Küçük Kaynarca anlaşması ile Rusya bu hedefine ulaşmıştır. Keza 1. Petro’nun 1722-23 yıllarda Safeviler`le yaptığı savaşının ardından Hazar denizinin batı ve güney kıyılarını ele geçirerek bu yönde kısmi bir başarı sağlayan Rusya, Kaçar devleti ile imzaladığı 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay anlaşmalarıyla Hazar’da da egemenlik kurmuştur.
Rusya’nın 19. yüzyılda Uzak Doğu’ya artan ilgisi ve 20. yüzyılın hemen başındaki Rus-Japon savaşı da denizlere çıkış hedefinin önemli göstergelerinden biri olarak kabul edilebilir. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sovyet yönetiminin 1904–5 Rus-Japon Savaşı sonucu Japonya’ya kaybedilmiş, Kuril adalarının geri almasını da Japon denizine ve Pasifik Okyanusu’na çıkma çerçevesinde ele almak mümkündür.
İkinci dünya savaşı sonrası SSCB`nin Boğazlarda üs iddiası ile yeni bir noktaya taşınan denizlere çıkma stratejisi, 1960`lardan sonra Sovyet deniz kuvvetlerinin güçlenerek bağımsız görevler yapacak bir güç haline gelmesiyle yeni ve daha küresel bir boyut kazanmıştır. Bu tarihten itibaren geleneksel denizlere çıkış hedefi okyanuslara açılma biçiminde geliştirilmeye çalışılmıştır.
Neredeyse 3. dünya savaşına neden olabilecek “Küba krizi” Sovyetler Birliği`nin Atlantik`te güçlenme isteği gibi, SSCB’nin çözülüşünün sebeplerinden biri olarak değerlendirilen 1979 tarihli Afganistan müdahalesini de bu hedefin Hint Okyanusu’na çıkışı biçiminde geliştirilerek sürdürülmesi olarak yorumlamak mümkündür.
Emperyal “denizlere çıkış” stratejisi çağdaş Rus politikacılarından bazılarının da sahip çıktığı husus. Nitekim 1990’larda aşırı milliyetçi Rusya Liberal Demokrat Partisi (LDPR)’nin lideri Vladimir Jrinovskiy’in geliştirdiği jeopolitik formülde de sıcak denizlere ve dahası okyanusa çıkış yaklaşımının önemli etkisinin bulunduğu görülmektedir.
Türk okuyucusunun iyi tanıdığı bu politikacının ve Türkçeye de “Güneye Doğru Son İlerleyiş” adıyla çevrilen kitabında ortaya koyduğu “Jrinovskiy Formülüne” göre Rusya’nın tarih boyunca karşı karşıya kaldığı bütün felaketler hep güneyden gelmiştir. Bu bağlamda Rusya’nın bunalımdan kurtulabilmesi için “Güney sorununun” çözülmesi ve Rusya’nın Hint Okyanusu ve Akdeniz’e açılması gerekmektedir. Böylece, Jrinovskiy “Güney sorunun” çözülmesinin tek yolunun Rusya’nın sıcak denizlere çıkması ve “Rus askerlerinin çizmelerini Hint Okyanusu’nda yıkamasında” görmektedir.
Keza Rusya’nın, Baltıklara çıkmasını engellemede önemli bir sorun olarak gördüğü NATO genişlemesine karşı çıkışında ve Karadeniz’de güçlü bir filo bulundurarak var olma çabasının ardında da artık gelenekselleşen “denizlere çıkış” anlayışının izlerini bulmak mümkündür. Bu arada hatırlanacağı üzere, Rusya daha 2010 yılı Nisan`ında Ukrayna ile Karadeniz`deki filosunun kalma süresini 2042 yılına uzatan 25 yıllık yeni bir anlaşma imzaladı. Hazar`ın statüsü konunsun son 20 yılda çözülememesinde İran`ın yansıra Rusya`nın etkisi çok büyük. Keza geçen sene sonu Hazar’da Kazakistan`la ortak askeri tatbikat yapan Rusya`nın son dönemlerde bu denizde askeri konumunu güçlendirici bazı faaliyetleri var.
Hiç kuşkusuz, Rusya`nın son dönemlerde denizlerde faalliğini artırmasında “Rusya Deniz Doktrinin-2020” özel yeri var. 2020 yılına kadarki dönemi kapsayan doktrin 27 Temmuz 2001 yılında Başkan Putin tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Rusya`nın tarihi deniz gücü olmasına dikkat çeken doktrin, ülkenin bu konumunu sürdürmek için gerekli önlemleri ayrıntılı olarak sıralayarak, deyim yerindeyse, Rus askeri filolarının dünyanın bütün sularında boy göstermesini öngörmektedir.
Rusya`nın bu doktrini Moskova`nın geleneksel denizler stratejisine de yeni bir boyut getirerek, Rus enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara çıkmasında denizlerin strateji önemini vurgulamaktadır. Nitekim Baltık denizinde yapılan Kuzey Akımı, Karadeniz`deki Mavi Akım, Güney akımı ve olası bir Mavi Akım-2 boru kemerleri bu stratejik anlayışın pratiğe yansıması gibi değerlendirile biler.
Tabi ki, Rusya`nın deniz stratejisinde Akdeniz`in önemli bir yeri var. Ancak bu konu mevcut uluslararası gündemde özel yer alması ve bilhassa Türkiye bağlamında daha ayrıntılı bir değerlendirmeyi hak ettiği için başka bir yazıda ele alınacak.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
16.07.2012 17:00 Yerel saatı | 14:00 Dünya saatı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder