Son bir kaç ayda haber ajanslarında ilk bakışta bir biriyle o kadar da
alakası olmayan, ama içinde bir şekilde Rusya`nın olduğu bazı gelişmeler yer
aldı.
Örneğin, Nisan ayında
Çin ve Rusya Çin denizinde ortak askeri tatbikat yaptı. Aynı ayın başında Rusya
Hazar Deniz filosu bünyesine alacağı 11661K projeli «Dağıstan» klas yeni füze
korveti artık suya indirdi. Keza Haziran`da İran`ın Hazar`a denizaltı
indireceği iddiası gündeme geldi. Ve bu konu Rusya gündeminde kendine özel yer
buldu.
Rusya`nın Akdeniz`deki
etkinlikleri ise Türkiye gündeminde zaten önemli ölçüde yer alıyor. Haziran`da
Tahran merkezli Fars haber ajansı, Rusya, Çin, İran ve Suriye’nin ortak askeri
tatbikat yapacağını iddia etti. Ankara`nın rahatsızlığına neden olan bu
aktiflik Rusya`nın borç karşılığında Güney Kıbrıs`tan üs istediği iddiasının
gündeme gelmesiyle yeni bir boyut kazandı.
Bütün bu gelişmelerin
ortak özelliği ise Rusya`nın denizlerde aktifliğinin, ya da son dönemlerde Türk
dış politika literatüründe en moda kavramlarından biri ile ifade edecek olursak
“görünürlüğünün” artmasıdır. Rusya`nın denizlerdeki tutumu sadece, adı geçen
bölgelerde meydana gelen güncel olayların sonucu değil, aynı zamanda ciddi
tarihi arka planı olan uzun vadeli bir ulusal deniz stratejisinin ürünüdür.
Tarihi bakımdan
denizlere, daha doğrusu sıcak denizlere çıkış hedefi geleneksel Rus emperyal
genişlemesinin en önemli hususlarından biridir. Şöyle ki, dünyanın en büyük
kara devleti konumundaki Rusya’nın denizlere çıkma hedefinin 17. yüzyıldan
itibaren yoğunlaşmaya başladığı görülmektedir. Dönemin şartlarında açık
denizlere çıkışın olması ve deniz yollarına egemen olmak ucuz yollardan ticaret
yapabilme ve zengin olmak anlamına gelmekteydi.
Nitekim büyük deniz
filoları olan Ceneviz, Venedik, Floransa gibi kent-devletlerin ulaştığı
zenginlik, ayrıca dönemin en önemli güçlerinden Osmanlı, Portekiz, İspanya ve
İngiltere’nin aynı zamanda büyük deniz güçleri olması Rusya için denizlere
çıkışın sağlanmasını gerekli ve çekici hale getirmiştir.
Rusya’nın “sıcak
denizlere çıkış” hedefinin tarihsel süreçte Baltık, Karadeniz, Hazar ve
Boğazlar üzerinden Akdeniz’e ulaşmak temelinde geliştirildiğini söylemek
mümkündür. Rusya’nın aynı zamanda bir deniz gücü olması anlamına gelecek bu
hedefin gerçekleştirilmesinde ilk önemli adım Rusya Çarı ve ilk imparatoru 1.
Petro (1682–1725) tarafından atılmıştır. Petro’nun ilk hedefi Karadeniz’e
çıkmak olmuş, bu çerçevede 1696’da Karadeniz’in kilidi konumundaki Azak kalesi
Osmanlı’dan alınmıştır.
Fakat tüm çabalara
rağmen, Osmanlı ile savaş için Avrupa güçlerinden (Venedik, Avusturya,
Lehistan, İngiltere ve Fransa) destek alamayan Rusya, 1700’de imzalanan
Rus-Osmanlı barış anlaşması ile geri adım atmış ve 1711’deki Prut yenilgisinin
ardından Azak kalesi Osmanlı’ya iade edilmiştir. Bu gelişme üzerine 1. Petro
denizlere çıkma hedefini gerçekleştirmek için Lehistan ve Danimarka ile ittifak
yaparak Baltık denizi sahillerine çıkış için İsveç’e savaş açmıştır. 22 yıl
(1700–1721) devam eden Kuzey Savaşı’nın ardından 1721’de imzalanan Niştad
Anlaşması ile Rusya Baltık’a çıkışını sağlamış ve bir Avrupa gücüne
dönüşmüştür.
Rusya’nın Karadeniz’e
çıkış mücadelesi ise Çariçe Büyük Katerina döneminde (1762–1796) başarıyla
sonuçlanmış, 1774’de Osmanlı devletiyle imzalanan Küçük Kaynarca anlaşması ile
Rusya bu hedefine ulaşmıştır. Keza 1. Petro’nun 1722-23 yıllarda Safeviler`le
yaptığı savaşının ardından Hazar denizinin batı ve güney kıyılarını ele
geçirerek bu yönde kısmi bir başarı sağlayan Rusya, Kaçar devleti ile
imzaladığı 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay anlaşmalarıyla Hazar’da da
egemenlik kurmuştur.
Rusya’nın 19. yüzyılda
Uzak Doğu’ya artan ilgisi ve 20. yüzyılın hemen başındaki Rus-Japon savaşı da
denizlere çıkış hedefinin önemli göstergelerinden biri olarak kabul edilebilir.
Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sovyet yönetiminin 1904–5 Rus-Japon
Savaşı sonucu Japonya’ya kaybedilmiş, Kuril adalarının geri almasını da Japon
denizine ve Pasifik Okyanusu’na çıkma çerçevesinde ele almak mümkündür.
İkinci dünya savaşı
sonrası SSCB`nin Boğazlarda üs iddiası ile yeni bir noktaya taşınan denizlere
çıkma stratejisi, 1960`lardan sonra Sovyet deniz kuvvetlerinin güçlenerek
bağımsız görevler yapacak bir güç haline gelmesiyle yeni ve daha küresel bir
boyut kazanmıştır. Bu tarihten itibaren geleneksel denizlere çıkış hedefi
okyanuslara açılma biçiminde geliştirilmeye çalışılmıştır.
Neredeyse 3. dünya
savaşına neden olabilecek “Küba krizi” Sovyetler Birliği`nin Atlantik`te
güçlenme isteği gibi, SSCB’nin çözülüşünün sebeplerinden biri olarak
değerlendirilen 1979 tarihli Afganistan müdahalesini de bu hedefin Hint
Okyanusu’na çıkışı biçiminde geliştirilerek sürdürülmesi olarak yorumlamak
mümkündür.
Emperyal “denizlere
çıkış” stratejisi çağdaş Rus politikacılarından bazılarının da sahip çıktığı
husus. Nitekim 1990’larda aşırı milliyetçi Rusya Liberal Demokrat Partisi
(LDPR)’nin lideri Vladimir Jrinovskiy’in geliştirdiği jeopolitik formülde de
sıcak denizlere ve dahası okyanusa çıkış yaklaşımının önemli etkisinin
bulunduğu görülmektedir.
Türk okuyucusunun iyi
tanıdığı bu politikacının ve Türkçeye de “Güneye Doğru Son İlerleyiş” adıyla
çevrilen kitabında ortaya koyduğu “Jrinovskiy Formülüne” göre Rusya’nın tarih
boyunca karşı karşıya kaldığı bütün felaketler hep güneyden gelmiştir. Bu
bağlamda Rusya’nın bunalımdan kurtulabilmesi için “Güney sorununun” çözülmesi
ve Rusya’nın Hint Okyanusu ve Akdeniz’e açılması gerekmektedir. Böylece,
Jrinovskiy “Güney sorunun” çözülmesinin tek yolunun Rusya’nın sıcak denizlere
çıkması ve “Rus askerlerinin çizmelerini Hint Okyanusu’nda yıkamasında”
görmektedir.
Keza Rusya’nın,
Baltıklara çıkmasını engellemede önemli bir sorun olarak gördüğü NATO
genişlemesine karşı çıkışında ve Karadeniz’de güçlü bir filo bulundurarak var olma
çabasının ardında da artık gelenekselleşen “denizlere çıkış” anlayışının
izlerini bulmak mümkündür. Bu arada hatırlanacağı üzere, Rusya daha 2010 yılı
Nisan`ında Ukrayna ile Karadeniz`deki filosunun kalma süresini 2042 yılına
uzatan 25 yıllık yeni bir anlaşma imzaladı. Hazar`ın statüsü konunsun son 20
yılda çözülememesinde İran`ın yansıra Rusya`nın etkisi çok büyük. Keza geçen
sene sonu Hazar’da Kazakistan`la ortak askeri tatbikat yapan Rusya`nın son
dönemlerde bu denizde askeri konumunu güçlendirici bazı faaliyetleri var.
Hiç kuşkusuz, Rusya`nın
son dönemlerde denizlerde faalliğini artırmasında “Rusya Deniz Doktrinin-2020”
özel yeri var. 2020 yılına kadarki dönemi kapsayan doktrin 27 Temmuz 2001
yılında Başkan Putin tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Rusya`nın
tarihi deniz gücü olmasına dikkat çeken doktrin, ülkenin bu konumunu sürdürmek
için gerekli önlemleri ayrıntılı olarak sıralayarak, deyim yerindeyse, Rus
askeri filolarının dünyanın bütün sularında boy göstermesini öngörmektedir.
Rusya`nın bu doktrini
Moskova`nın geleneksel denizler stratejisine de yeni bir boyut getirerek, Rus
enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara çıkmasında denizlerin strateji
önemini vurgulamaktadır. Nitekim Baltık denizinde yapılan Kuzey Akımı,
Karadeniz`deki Mavi Akım, Güney akımı ve olası bir Mavi Akım-2 boru kemerleri
bu stratejik anlayışın pratiğe yansıması gibi değerlendirile biler.
Tabi ki, Rusya`nın deniz
stratejisinde Akdeniz`in önemli bir yeri var. Ancak bu konu mevcut uluslararası
gündemde özel yer alması ve bilhassa Türkiye bağlamında daha ayrıntılı bir
değerlendirmeyi hak ettiği için başka bir yazıda ele alınacak.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi (QAFSAM-www.qafsam.org) Analisti
16.07.2012 17:00 Yerel
saatı | 14:00 Dünya saatı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder