Suriye krizi beklenenden uzun sürdü. 100 bini aşkın kişinin ölmesine, yüz
binlerce kişin yaralanmasına, milyonu aşkın kişinin mülteci durumuna düşmesine
neden olan iç savaşın ne zaman sona ereceği belli değil. İç askeri denge tam
olarak bozulmazken uluslararası güçlerin hamleleri de süreci sona erdirmekten
ziyade uzatıcı ve genel anlamda Suriye’yi güçsüzleştirici nitelikte.
Özellikle Batı
kendisinden beklenen hamleleri bir türlü yapmaz iken Rusya’nın bazen beklenen,
bazen de beklenmeyen hamleleri sürecin ve doğal olarak Esad yönetiminin ömrünün
uzamasına neden oluyor. Irak ve Libya’da Batı karşıtı yönetimlerin kurban
edilişine bir ölçüde müsamaha gösteren Rusya Orta Doğu’da daha kritik gördüğü
iki müttefikini, İran ve Suriye’yi şimdilik başarıyla koruyor. Bunun son örneği
geçtiğimiz günlerde yaşandı.
Konu Suriye olunca,
Rusya’nın Tunus, Mısır ve hatta doğal gaz zengini ve Moskova’nın mühim ekonomik
partnerlerinden olan Libya’daki olaylarından daha faal ve göreceli olarak daha
sert bir tutum içine girdiği görülmektedir. Hatta doğrudan NATO askeri
müdahalesinin yapıldığı ve bu konuda bir BM kararına alındığı Libya konusunda
bele zımni bir rıza gösteren Rusya, Nisan 2011’den itibaren sürekli olarak
Suriye konusunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi gündemine gelmesine
veto tehdidi ile engel oldu, konu BM Güvenlik Konseyi gündemine geldiği zaman
da kararın çıkmasına müsaade etmedi. Bazı durumlarda sivil ölümlerin artması
üzerine BM gündemine gelen Suriye kararlarının daha yumuşayarak çıkmasını
sağladı.
“Arap Bahar”ı olarak
nitelendirilen süreç Rusya için çeşitli anlamlar ifade etmekteydi. Süreç bir
yandan dünyadaki enerji fiyatlarını yükselterek Rusya bütçesine ciddi paralar
getirmesi bakımından “maddi kaynak” anlamını taşısa da, genel anlamda, Moskova
yönetimin “Arap Baharı” sürecinden rahatsız olduğu bilinmektedir. Bu
rahatsızlığın sebepleri arasında sürecin daha çok Batı tarafından yönetildiği
ya da yönlendirildiği ve bunun da uzun vadede Rusya’nın Ortadoğu’daki stratejik
çıkarlarına zarar vereceği inancı önemli yer tutuyor. Rusya’nın “Arap Baharı”
sürecine ilişkin bütün açıklama ve eylemlerinde Batı müdahaleciliğinden
rahatsızlığın izlerini çok açık görmek mümkün.
Öte yandan, Suriye
tarihsel açıdan Rusya’nın kendi selefi hesap ettiği SSCB’nin Orta Doğu
politikasında Irak’la birlikte özel öneme sahip olmuştur. Özellikle Beşşar
Esad’ın babası Hafız Esad zamanında zirveye çıkan SSCB-Suriye ilişkileri
Gorbaçov’un politikaları ile ciddi bir sekteye uğrasa da Vladimir Putin’in
2000’li yıllardaki başkanlığı döneminde yeni bir ivme kazanmıştır. Ocak 2005
yılı da Beşşar Esad’ın Moskova ziyareti ve Mayıs 2010’de Dimitri Medvedev’in
Şam ziyareti bu ilişkiler surecini yeni bir noktaya taşımıştır. Moskova için
Suriye ile ilişkilerin güçlendirilmesi Ortadoğu denkleminde yerini almak
bakımından önemli fırsat sunuyor. Suriye’nin Arap-İsrail problemindeki konumu
ise Moskova’nın bu hesabının hiç de yanlış olmadığının göstergesi sayılabilir.
Suriye’nin Akdeniz’e
sınırının olması bir başka neden sayılabilir. Akdeniz’in hem tarihsel konumu,
hem de son dönemlerdeki artan stratejik önemi Moskova’nın tarihsel denizlere
açılma stratejisi ile birlikte düşünüldüğünde bu konu daha iyi anlaşılmaktadır.
Daha 1971 yılında SSCB’nin Hafız Esad’la yapılan bir anlaşma gereği Tartus’da
Akdeniz’e çıkan Sovyet Donanması için bir deniz üssü oluşturması bu durumun en
önemli kanıtı. Ortadoğu’ya ve Suriye’ye en ilgisiz göründüğü 1990’ların başında
bile Tartus’daki deniz üssüden vazgeçmeyen Rusya 2009 yılında buranın
yenilenmesi ve daha büyük gemiler için genişlendirmesi çalışmalarına
başlamıştır. Amerikan ve NATO gemilerinin, İran’ın, Türkiye’nin, İsrail’in,
hatta Güney Kıbrıs’ın boy gösterdiği, hemen kıyısında Libya, Suriye gibi
ülkelerde baş verenler ve baş verecekler Akdeniz’deki Tartus limanının önemini
iyice açığa çıkarmış durumda.
Bölgede gerginlik
tırmandıkça Akdenizdeki Rus savaş gemilerinin sayısı sürekli artış
göstermiştir. Son günlerde boğazlardan geçen gemilerle birlikte Akdenizdeki Rus
gemilerinin 15’enerji ulaştığı ifade edilmektedir. Bir anlamda Rusya’nın Suriya
krizinden yararlanarak açık denizlerde, özellikle de Akdenizde askeri
kapasitesini artırdığı da ileri sürülebilir.
Suriye’nin Rusya için
öneminin bir başka sebebini bu ülkeye satılan Rus silahları oluşturmaktadır.
SSCB döneminde mühim silah müşterilerinden olan Suriye ile silah ticareti
Esad’ın Moskova ziyareti ile yeni boyutlar kazanmıştır. Zaten Suriye’nin Rus
silah ihracatının içinde öncü yerlerden birini tutması ve Suriye ordusunun silahların
yüzde 90’ı Rus yapımı olması da dikkatlerden kaçmıyor. Moskova’nın Suriye’ye
sattığı S-300 füzeleri ile Mig-31 askeri uçakları ise İsrail ve ABD’de ciddi
rahatsızlık yaratmaktadır. Tüm tepkilere rağmen Rusya’nın iç savaşın en amansız
dönemlerinde bile Suriye’ye silah vermeyi durdurmadığı bilinmektedir.
Suriye’ni Rusya için
önemli kılan bir başka neden iki ülkenin ticari-ekonomik ilişkileridir. İki
ülke arasında iç savaşın hemen öncesinde (2010 yılındaki) ticaret hacmi 1,1
milyar dolar civarındaydı. Ayrıca Suriye’de Rus yatırımlarının daha 2009 yılı
sonu itibariyle 20 milyar dolara ulaştığı biliniyor.
Tüm bu nedenlerden
dolayı Rusya Suriye krizinde bazen bölgedeki geleceğini riske atıyor
görüntüsüyle karşılaşmasına rağmen kararlılığını sürdürdü. Rusya Suriye krizi
nedeniyle, son yıllarda büyük önem verdiği Türkiye ile olan ilişkilerini riske
attı. Batı ile Ağustos 2008 olayları sonrasında gerginleşen ilişkilerini
yeniden rayına oturtma stratejisinin zarar görmesini de çok önemsemedi. En son
Suriye’de geniş bir biçimde kimyasal silah kullanıldıktan sonra Suriye’ye
askeri müdahale seçeneği en ciddi biçimde dillendirilmekteyken Rusya bir hamle
daha yaptı. Bir yandan Suriye’de kimyasal silahların muhalifler tarafından
kullanıldığını iddia etti, diğer yandan bu ülkenin kimyasal silahlardan
arındırılmasına ilişkin öneride bulundu. Suriye’ye müdahale konusunda kararlı
görünen güçleri uyarmaktan da geri durmadı.
En kritik süreç ise ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında 3
gün süren Cenevre görüşmeleri oldu. Bu görüşmeler sonucunda taraflar Suriye’nin
kimyasal silahlardan arındırılması konusunda uzlaşmaya vardılar. Buna göre Esad
yönetimi bir hafta içinde mevcut kimyasal silah envanterini tüm detayları ile
açıklayacak. İlgili kurumların uzmanlarının incelemeleri Kasım ayına kadar
tamamlanacak. Üçüncü aşama olan silah ve ilgili sistem ve araçların tamamının
imha ve tasfiyesi süreci ise 2014 yılı ortalarına kadar tamamlanacak.
Türkiye bu anlaşmanın
Esad rejiminin ömrünü uzatmaya hizmet ettiğini, iç savaşı bitirmeyeceğini ve
ayrıca çok net olmadığını ileri sürerek eleştirilerde bulundu. Gerçekten de
Esad yönetiminin işbirliğine muhtaç olduğu için kabul ettiği anlaşmaya en
azından süre bakımından uymaması durumunda ne olacağı belli değil. Rusya’nın
yine Esad’ı korumayacağı da garanti edilemez. Süreç uzadıkça ve muhaliflere
yardım gerektiği düzeyde yapılmaz ise Esad yönetiminin güçlenme ihtimali de
zayıf değil. Ayrıca Türkiye’nin dillendirdiği “kimyasal silah kullanılmadığı
sürece sivil halkı katletmek serbest midir” sorusu da cevabını bulamıyor.
Böylece Rusya Suriye satrancındaki hamlesi ile gerekli hamleleri yapamayan Batı
karşısında sanki avantajlı duruma geliyor. Ama en kötüsü, bir ülkede insanlık
dramı yaşanmaya devam ediyor.
Dr. Nazim Cafersoy, Kafkasya
Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Analisti
(QAFSAM-www.qafsam.org)17.09.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder