1 Ekim`de Türkiye Enerji Bakanı Taner Yılmaz Rusya`dan Batı hattı ile 1986
yıldan beri satın aldıkları doğal gaza ilişkin anlaşmayı uzatmayacaklarını
açıkladı.
Bakan açıklamasında
iptal kararının doğal gazın fiyatına ilişkin uzlaşmazlıktan kaynaklandığını ve
kesintinin aralık ayının sonundan itibaren gerçekleşeceğini belirtmişti. Bu
olay son dönemlerde gelişen Rus-Türk ilişkilerinin durumunun gündeme getirdi.
İki bölüm halindeki bu yazıda Rusya-Türkiye ilişkileri tarihi geçmişi, mevcut
durumu ve inkişaf perspektifi dikkate alınarak değerlendirilecektir.
Rusya-Türkiye ilişkileri
1492 yılından başlayan 520 yıllık resmi tarihsel geçmişe sahiptir. Bu
ilişkilerin Rusya-Osmanlı surecinde, 50 yılı savaşla gecen bir dönemde, iki
ülke arasında Kafkaslardan Balkanlara uzanan çizgide ciddi bir rekabet
yaşanmıştır. Osmanlı, Rusya İmparatorluğunu kendisini parçalamak için caba
gösteren, Kafkaslarda, Balkanlarda ve Boğazlarda rekabet ve çatışma halinde
olduğu ülke olarak telakki ederken, Rusya da Osmanlı’yı Ortodoksluğun kutsal
kenti Tsargrad’ı (İstanbul’u) işgal eden ülke ve “Avrupa’nın hasta adamı”
olarak görmüştür. Her iki devlet birinci dünya savasının karşıt tarafları
içerisinde yer almış bir birine karsı savaşmışlardır.
Rusya’da Bolşeviklerin
iktidara gelmesi ve Türkiye’de de Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde yeni bir
devlet kurulması döneminde taraflar arasında yeni bir ilişki sureci
başlamıştır. Yeni dönemde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)-Türkiye
Cumhuriyeti ilişkileri biçimde gelişen süreçte birkaç değişik dönemden
bahsedebiliriz. İlişkilerin ilk dönemi iyi komşuluk ilişkileri dönemi
(1921-1939), ikincisi Sovyetlerin saldırgan Yakın Doğu (Orta Doğu) politikasının
hedefindeki iki ana ülkeden (diğeri İran) biri olduğu ve Türkiye’nin NATO
kampında yer almasına neden olan ve Stalin’in ölümüyle sona eren (1945-1953)
dönemdir. Stalin’in olumunun ardından iki ülke arasındaki ilişkilerde belirli
bir yumuşama yasanmış, 1960-70’lerde iki ülke arasında ekonomik ilişkiler
gelişme surecine girmiş ve 1984 Doğal Gaz Anlaşması ile ilişkilere enerji
boyutu eklenmiştir. İki ülkenin soğuk savaş dönemindeki algılamalarında
Sovyetler için, Türkiye NATO’nun güney kanat ülkesi; Türkiye için, Sovyetler
Birliği kızıl tehdit olarak değerlendirilmiştir.
SSCB’nin çöküşü ile
ilişkilerde yeni bir hukuki ve siyasi başlangıç söz konusu olmuştur. Yeni Rusya
Orta Doğu politikasında Stalin dönemine benzer bir öncelik sıralaması yapmış ve
öncelikli ülkeler olarak Türkiye ve İran’ı belirlemiştir. Yeni anlayışın
önceliği eski Sovyet coğrafyasında etkinliğin kaybedilmemesi ve bu bağlamda
Türkiye’nin (ve İran’ın) Kafkaslar ve Orta Asya’da etkinlik kazanmasını
önlemekti. Gecen dönemde ikili ilişkilerdeki sureci jeopolitik nüfuz
alanlarında ve ikili ilişkilerde kontrollü gerginlik ve rekabet dönemi
(1992-1999) olarak nitelemek mümkündür. Fakat burada dikkati çeken husus sudur:
Taraflar bir yandan jeopolitik rekabeti sürdürürken, öte yandan yoğun bir
ekonomik işbirliği surecinde bulunmuştur. Her iki taraf ekonomik alanda
işbirliğinin mümkün olduğu kadar geliştirilmesi yönünde net bir tavır
sergilemiş, özellikle Rusya tarafı bu konuda çok istekli olmuştur. 1997’de
Rusya Başbakanı Viktor Çernomirdin, Türkiye’nin ekonomik anlamda stratejik
ortakları olduğunu ifade etmiş, Ekim 2000’de Türkiye’yi ziyaret eden Başbakan
Mihail Kasyanov da ticaret hacminin 3 milyar dolardan 10 milyar dolara
çıkarılmasını önermiştir. 2003 yılı itibariyle bu gerçekleşmiştir. 2010 yılında
bu rakam 26 milyar dolara yükselmiştir.
2011 Haziran ayında
Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Basitleştirilmiş Gümrük Hattı (BGH)
uygulaması protokollü sonrasında iki ülke arasındaki dış ticaret hacminin 5 yıl
içerisinde 100 milyar dolara ulaşması yönünde ortaya konulan hedefin
gerçekleştirilmesi yolunda önemli bir adım sayılmaktadır.
İki ülke arasındaki
ilişkilerde enerji amili özel bir yer arz etmektedir. İki ülke arasında enerji
boyutlu ilişkilerin tarihi 1984 yılında SSCB-Türkiye anlaşmasına dayanmaktadır.
Enerji bağlamında 1990-lı yıllar esasen Türkiye ve Rusya arasında Hazar
petrollerine (Bakü-Ceyhan) ilişkin rekabetle hatırlanmaktadır. 2000-lı yıllarda
ise iki ülke arasında Bakı-Erzurum, NABUCCO ve Güney Akımı gibi projelerle yeni
boyutlar kazanan enerji rekabetinin yansıra yeni işbirliği sürecinin devreye
girdiğini görüyoruz. 1997 yılında imzalanan ve 2005 yılında ise gerçekleşen
Mavi Akım bunu en önemli örneği sayılmaktadır. Yine iki ülke arasında
Samsun-Ceyhan petrol boru ve Güney Akımı konusundaki işbirliği çabaları yeni
örnekler sayılabilir.
Özellikle 2000 yılların
basından itibaren Rusya-Türkiye ilişkilerinde ekonomi alanında işbirliğinin
yanı sıra, siyasal ve güvenlik alanlarında da kontrollü gerginlik ve rekabet
anlayışından işbirliğine geçiş sureci konusunda bazı somut adımlar atılmıştır.
Bu bağlamda 16 Kasım 2001’de iki ülke dışişleri bakanlarının New York’ta
imzaladıkları “Avrasya Eylem Planı” ile Avrasya coğrafyasında siyasi alanda ve
terörizmle mücadele işbirliği ve ekonomik ortaklık konusunda uzlaşmaya
varılmıştır. Ayrıca, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesinde en mesafeli
tutum takınan resmi kurumlardan Rusya Genelkurmayı’nın Başkanı Anatoliy
Kvaşnin’in Ocak 2002’de yaptığı Türkiye ziyaretinde bölgede istikrar için
Rus-Türk işbirliği önerisi ile ilişkilerin güvenlik boyutuna yeni bir acilim
getirmiştir. Bunun yanı sıra iki ülke arasında askeri eğitim Anlaşması
imzalanması ve Türk ordusunun modernizasyonu çerçevesinde yapılan askeri
helikopter ihalesine Rus şirketinin ilgisi de ikili ilişkilerin güvenlik boyutu
bakımından anlamlı hususlardır. Keza iki ülke arasında nükleer yapmaya ilişkin
anlaşmanın imzalanması ise ilişkilerin dikkat çekici bir başka husustur.
Rusya-Türkiye
ilişkilerinin yeni dönemde tarihsel rekabet yüküne dayanan ilişki anlayışından
yavaş-yavaş sıyrılarak çok boyutlu bir işbirliği surecine girdiğini söylemek
mümkündür. Başkan Putin’in Aralık 2004-deki Ankara ziyareti sırasında taraflar
arasında derinleştirilmiş çok boyutlu işbirliği çerçeve Anlaşması imzalanması
da bunun en önemli göstergesi olarak görülebilir. Bu trendin 21. yüzyıldaki
Rusya-Türkiye ilişkilerinin temel dinamiğini oluşturacağını bekleyebiliriz.
Yeni dönem 21. yüzyılda küresel egemenlik mücadelesinin temel çatışma alanı
olma niteliğini sürdüren Avrasya coğrafyasındaki ülkelerin bu süreçte kendi
konumlarını yeniden değerlendirmesi surecidir. Bu geniş coğrafyanın iki kilit
ülkesi konumundaki Rusya ve Türkiye’nin karşılıklı ilişkileri ve stratejik
tercihleri Avrasya’nın gelecekteki kaderinin belirlenmesinde en önemli
gelişmelerden biri olacaktır.
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)
18.10.2011 10:30 Yerel
saatı | 07:30 Dünya saatı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder