Ancak üste belirttiğimiz
iyimser tablo Türkiye-Rusya ilişkilerinde sorunların olmadığı anlamına
gelmemektedir. Özellikle 1990`ların başından itibaren ciddi biçimde yayılan
bölgesel etnik çatışmalar ve ayrılıkçılık dalgası Türk-Rus ilişkilerinin
seyrini de zaman-zaman etkilemiştir. Bu bağlamda Karabağ, Çeçenistan ve PKK
konuları gündeme gelmiştir.
SSCB’nin çöküşünden
sonra bölgesel sorunlar içerisinde Karabağ sorunu ikili ilişkilerin
tansiyonunun zaman-zaman artırmıştır. Örneğin, 1992-1993 döneminde Türkiye
kamuoyunun artan Karabağ duyarlılığı nedeniyle soruna askeri müdahale sesleri
yükselirken, dönemin BDT Silahlı Kuvvetler Komutanı Yevgeniy Şapasnikov “bunun
üçüncü dünya savaşı anlamına geleceğini” ilan etmiştir. Benzer şekilde dönemin
Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel de Karabağ müdahalenin Kızıl Ordunu
karşılarına alma anlamına geleceğini belirtmiştir. Gecen dönem içerisinde
giderek yakınlaşan Türk-Rus ilişkileri fonunda Karabağ sorunu da ikili
ilişkilerin gerginleştirici faktörü olmaktan çıkarak, zaman-zaman ikili üst
düzey zirvelerin görüşme konusu olmuştur. Bu görüşmelerde Karabağ sorunu
bölgesel istikrarın sağlanması bakımından ele alınmıştır. Bölgenin iki önemli
aktörü ve AGIT Minsk grubunun üyesi Rusya ve Türkiye Karabağ sorununda gerekli
aktif işbirliğini yapması sorunun adil ve hızlı biçimde çözülmesi için hayati
öneme haizdir. Bugün geldiğimiz noktada ikili ilişkilerin giderek derinleşmesi
ve tarafların güney Kafkasya’da işbirliğine 1990`ların başına oranla daha sıcak
yaklaşması Karabağ sorunun ve bütünlükte güney Kafkasya’daki ayrılıkçılık
kaynaklarının kurutulması için geniş fırsatlar sağlamaktadır. Rusya’nın güney
Kafkasya’daki gerçek rakibinin ABD olduğunun farkına varması ve ABD’nin de
Güney Kafkasya’daki politikasında Türkiye’nin rolünün azalması da Rusya ve
Türkiye’nin bölgesel işbirliği fırsatı sağlamaktadır. Ancak, bu işbirliğinin
temelinde sorunların adil çözümü ve bölge devletlerinin toprak bütünlüğünün
sağlanması, güç kullanımıyla elde edilmiş kazanımların meşrulaştırılmaması
temel ilkeler olmalıdır.
Türk-Rus ilişkilerinin
tansiyonunun zaman-zaman artırıcı bir diğer sorun ise Çeçen sorunu olmuştur.
Özellikle, 1994-1996 dönemindeki ilk savaş sırasında bu tansiyon önemli ölçüde
artmıştır. Türkiye’nin resmi Çeçen politikası sorunun Rusya'nın toprak
bütünlüğü içinde barışçıl vasıtalarla çözülmesi olmuştur. Ancak zaman-zaman
Türkiye’de bulunan Çeçen asili diasporanın örgütsel ve bireysel faaliyetleri
ilişkilerin tansiyonunun artırmıştır. Hatta dönemin Rusya Büyükelçisi Albert
Cernışev “evi camdan olan, komşusunun penceresine taş atmamalı” diye PKK
sorununa dolaylı bir vurguda bulunmuştur. 1999’da başlayan ve zaman-zaman suren
sıcak çatışmalar sırasında ise, Çeçen sorunun ilişkilerin tansiyonunu fazla
etkilemediğini söylemem mümkündür. Bunda Türk yönetimin ülke içindeki Çeçen
diasporasının faaliyetlerini önemli ölçüde kısıtlayıcı önlemler almasının yanı
sıra, Rusya ile terörizmle işbirliği surecini sık sık yenilenmesini de rolü
vardır. Fakat son yıllarda Türkiye baş veren Çeçen suikastları iki ülke
arasında rahatsızlık yaratmaktadır.
İkili ilişkilerde, PKK
sorunu esasen çok ciddi bir sıkıntı kaynağı teşkil etmemiştir. Bu konuda en
önemli dönemeç terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye
devletinin takibinden kurtulmak için 1997 yılındaki Rusya’ya gelmesi olmuştur.
Ancak, Rusya yönetimi Öcalan'ın kısa surede ülke dışına çıkarması ile bu konu
ikili ilişkilerin sıkıntı noktası olmamıştır.
2000’li yıllarda iki
ülke ilişkilerinde yeni ayrışım konuları gündem gelmiştir. Nitekim iki ülkenin
Balkanlar`da farklı bakışları olduğunu en somut örneği Kosova meselesinde
ortaya çıkmıştır. Türkiye Kosova`nın bağımsızlığını tanırken, Rusya
Sırbistan`la beraber bu sürece en sert muhalefet eden ülke olmuştur. İki
ülkenin Kafkaslara yönelik yaklaşımının farklılığını Karabağ sorunun ilişkin
politikalarda kendini göstermektedir. Keza Rusya`nın 2008 yılındaki Gürcistan
müdahalesi de iki ülke yetkililerinin zaman zaman verdikleri açıklamalara
rağmen, Moskova ve Ankara`nın bölgeye ilişkin bakışlarının ne kadar farklı
olduğunu açık göstergesidir. Yine bu farklılaşma zaman zaman Kıbrıs, İran,
Filistin ve Irak meselesinde kendini göstermektedir.
Bu yeniden şekillenmede
giderek daha fazla oranda küresel ve bölgesel rekabetin merkezlerinden biri
halin gelen Karadeniz bölgesinin durumu da özel bir önem arz etmektedir.
Tarihsel olarak Karadeniz bölgesi Rus-Türk rekabetinin esas alanlarından birini
teşkil etmiştir. 1991’den sonra ise bölgenin Rusya-Türkiye ilişkilerinde
rekabet ve işbirliğini bir arada bulunduran karakter kazandığı
gözlemlenmektedir. Rusya’nın Sivastopol`daki askeri üssü, Kırım`a yönelik
iddiaları ve Abhazya`ya askeri üs kurması Türkiye bakımından rahatsızlık
doğurucu unsurlarken, Moskova yönetimi Sovyet döneminde Karadeniz`deki
üstünlüğünü Ankara`ya kaptırmaktan, Gürcistan`daki Türk faaliyetlerinden,
Romanya ve Bulgaristan`ın NATO üyesi olmasına Türkiye`nin desteğinden pek
memnun değil. Ancak diğer taraftan her iki ülke Karadeniz Ekonomik İşbirliği,
BLACKSEAFOR, ABD’nin Karadeniz`e özellikle askeri girişini engellemede, Mavi
Akım kemeri ve Güney Akımı`nın Türkiye`nin deniz sahasında geçmesi unsurları
bağlamında enerji konusunda ciddi işbirliği iradesi sergilemektedir.
Özetlersek,
Rusya-Türkiye ilişkilerinde son 20 yılında bir mahiyet değişimi sureci
yaşanmaktadır. Bu ortamda Rusya’nın, tarihi Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı
İmparatorluğu arasında etkinlik kazanma savaşlarından ve Soğuk Savaş döneminin
NATO’nun güney kanat ülkesi olgularından doğan sürekli olarak Rusya’ya karşı
kamplarda yer alan tarihi rakip ülke imajına dayanan Türkiye ve Türk dış politikası
algılaması yeni girdilerle tekrar şekillenmeye başlanmıştır. Benzer şekilde
Türkiye de Rusya’ya dair “tarihi rakip”, “zalim Moskof” veya “Kızıl tehdit”
unsurları çerçevesinde şekillenen algıda da yenilenme gündeme gelmiştir. İki
ülke arasında eskiden Rusya İmparatorluğu-Osmanlı Devleti ve SSCB-Türkiye
denklemine (Atatürk dönemi istisna) dayanan tarihi rekabet önemli ölçüde yerini
işbirliği surecine bırakmaya başlamıştır. 1990’ların özellikle sonu iki ülke
arasında karşılıklı güvensizliğin güvene dönüşmeye başladığı bir dönem olarak
görülebilir. İkili iktisadi ilişkilerin öncüllük ettiği bu surecin Putin’in
iktidar gelişi ile politik alana taşınarak yeni bir ivme kazanması ise iki ülke
arasında Kasım 2001’de imzalanan Avrasya Eylem planı ile somutlaştı.
Türkiye`nin Irak tezkeresine “hayır” demesi ise Moskvan’ın Türkiye algısına
yeni bir kırılma noktası oldu. Artık Rusya’nın algısında Türkiye stratejik
işbirliği yapılabilecek ülke konumunda görülmeye başlanmıştır. İki ülke
arasında “derinleştirilmiş çok boyutlu ilişkiler” surecine girilmiştir.
Türkiye’nin de uluslararası sistemde çok boyutlu anlayışa dayanan dış politika
kursu da iki ülke arasındaki bu surecin önünü açmamdadır. Ancak iki ülke
arasında Kafkaslarda ve Orta Asya’da çatışan çıkarlar olduğunu da unutmamak
lazım. Ayrıca en önemli çatışma alanı enerji konusudur. Ancak her iki ülke de
bu meselede doğrudan karşı-karşıya gelmek istememektedirler. Rusya’nın Mavi
Akım-2 projesini önermesi ve Guney Akımını Karadeniz’in Türkiye’ye ait kısmında
geçirmesine ilişkin uzlaşmanı bu çerçevede düşünmek mümkündür.
Bitti…
21.10.2011 19:30 Yerel
saatı | 16:30 Dünya saatı
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder