29 Aralık 2014 Pazartesi

Rusya-Türkiye İlişkileri Nereye? – 2



Ancak üste belirttiğimiz iyimser tablo Türkiye-Rusya ilişkilerinde sorunların olmadığı anlamına gelmemektedir. Özellikle 1990`ların başından itibaren ciddi biçimde yayılan bölgesel etnik çatışmalar ve ayrılıkçılık dalgası Türk-Rus ilişkilerinin seyrini de zaman-zaman etkilemiştir. Bu bağlamda Karabağ, Çeçenistan ve PKK konuları gündeme gelmiştir.
SSCB’nin çöküşünden sonra bölgesel sorunlar içerisinde Karabağ sorunu ikili ilişkilerin tansiyonunun zaman-zaman artırmıştır. Örneğin, 1992-1993 döneminde Türkiye kamuoyunun artan Karabağ duyarlılığı nedeniyle soruna askeri müdahale sesleri yükselirken, dönemin BDT Silahlı Kuvvetler Komutanı Yevgeniy Şapasnikov “bunun üçüncü dünya savaşı anlamına geleceğini” ilan etmiştir. Benzer şekilde dönemin Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel de Karabağ müdahalenin Kızıl Ordunu karşılarına alma anlamına geleceğini belirtmiştir. Gecen dönem içerisinde giderek yakınlaşan Türk-Rus ilişkileri fonunda Karabağ sorunu da ikili ilişkilerin gerginleştirici faktörü olmaktan çıkarak, zaman-zaman ikili üst düzey zirvelerin görüşme konusu olmuştur. Bu görüşmelerde Karabağ sorunu bölgesel istikrarın sağlanması bakımından ele alınmıştır. Bölgenin iki önemli aktörü ve AGIT Minsk grubunun üyesi Rusya ve Türkiye Karabağ sorununda gerekli aktif işbirliğini yapması sorunun adil ve hızlı biçimde çözülmesi için hayati öneme haizdir. Bugün geldiğimiz noktada ikili ilişkilerin giderek derinleşmesi ve tarafların güney Kafkasya’da işbirliğine 1990`ların başına oranla daha sıcak yaklaşması Karabağ sorunun ve bütünlükte güney Kafkasya’daki ayrılıkçılık kaynaklarının kurutulması için geniş fırsatlar sağlamaktadır. Rusya’nın güney Kafkasya’daki gerçek rakibinin ABD olduğunun farkına varması ve ABD’nin de Güney Kafkasya’daki politikasında Türkiye’nin rolünün azalması da Rusya ve Türkiye’nin bölgesel işbirliği fırsatı sağlamaktadır. Ancak, bu işbirliğinin temelinde sorunların adil çözümü ve bölge devletlerinin toprak bütünlüğünün sağlanması, güç kullanımıyla elde edilmiş kazanımların meşrulaştırılmaması temel ilkeler olmalıdır.
Türk-Rus ilişkilerinin tansiyonunun zaman-zaman artırıcı bir diğer sorun ise Çeçen sorunu olmuştur. Özellikle, 1994-1996 dönemindeki ilk savaş sırasında bu tansiyon önemli ölçüde artmıştır. Türkiye’nin resmi Çeçen politikası sorunun Rusya'nın toprak bütünlüğü içinde barışçıl vasıtalarla çözülmesi olmuştur. Ancak zaman-zaman Türkiye’de bulunan Çeçen asili diasporanın örgütsel ve bireysel faaliyetleri ilişkilerin tansiyonunun artırmıştır. Hatta dönemin Rusya Büyükelçisi Albert Cernışev “evi camdan olan, komşusunun penceresine taş atmamalı” diye PKK sorununa dolaylı bir vurguda bulunmuştur. 1999’da başlayan ve zaman-zaman suren sıcak çatışmalar sırasında ise, Çeçen sorunun ilişkilerin tansiyonunu fazla etkilemediğini söylemem mümkündür. Bunda Türk yönetimin ülke içindeki Çeçen diasporasının faaliyetlerini önemli ölçüde kısıtlayıcı önlemler almasının yanı sıra, Rusya ile terörizmle işbirliği surecini sık sık yenilenmesini de rolü vardır. Fakat son yıllarda Türkiye baş veren Çeçen suikastları iki ülke arasında rahatsızlık yaratmaktadır.
İkili ilişkilerde, PKK sorunu esasen çok ciddi bir sıkıntı kaynağı teşkil etmemiştir. Bu konuda en önemli dönemeç terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye devletinin takibinden kurtulmak için 1997 yılındaki Rusya’ya gelmesi olmuştur. Ancak, Rusya yönetimi Öcalan'ın kısa surede ülke dışına çıkarması ile bu konu ikili ilişkilerin sıkıntı noktası olmamıştır.
2000’li yıllarda iki ülke ilişkilerinde yeni ayrışım konuları gündem gelmiştir. Nitekim iki ülkenin Balkanlar`da farklı bakışları olduğunu en somut örneği Kosova meselesinde ortaya çıkmıştır. Türkiye Kosova`nın bağımsızlığını tanırken, Rusya Sırbistan`la beraber bu sürece en sert muhalefet eden ülke olmuştur. İki ülkenin Kafkaslara yönelik yaklaşımının farklılığını Karabağ sorunun ilişkin politikalarda kendini göstermektedir. Keza Rusya`nın 2008 yılındaki Gürcistan müdahalesi de iki ülke yetkililerinin zaman zaman verdikleri açıklamalara rağmen, Moskova ve Ankara`nın bölgeye ilişkin bakışlarının ne kadar farklı olduğunu açık göstergesidir. Yine bu farklılaşma zaman zaman Kıbrıs, İran, Filistin ve Irak meselesinde kendini göstermektedir.
Bu yeniden şekillenmede giderek daha fazla oranda küresel ve bölgesel rekabetin merkezlerinden biri halin gelen Karadeniz bölgesinin durumu da özel bir önem arz etmektedir. Tarihsel olarak Karadeniz bölgesi Rus-Türk rekabetinin esas alanlarından birini teşkil etmiştir. 1991’den sonra ise bölgenin Rusya-Türkiye ilişkilerinde rekabet ve işbirliğini bir arada bulunduran karakter kazandığı gözlemlenmektedir. Rusya’nın Sivastopol`daki askeri üssü, Kırım`a yönelik iddiaları ve Abhazya`ya askeri üs kurması Türkiye bakımından rahatsızlık doğurucu unsurlarken, Moskova yönetimi Sovyet döneminde Karadeniz`deki üstünlüğünü Ankara`ya kaptırmaktan, Gürcistan`daki Türk faaliyetlerinden, Romanya ve Bulgaristan`ın NATO üyesi olmasına Türkiye`nin desteğinden pek memnun değil. Ancak diğer taraftan her iki ülke Karadeniz Ekonomik İşbirliği, BLACKSEAFOR, ABD’nin Karadeniz`e özellikle askeri girişini engellemede, Mavi Akım kemeri ve Güney Akımı`nın Türkiye`nin deniz sahasında geçmesi unsurları bağlamında enerji konusunda ciddi işbirliği iradesi sergilemektedir.
Özetlersek, Rusya-Türkiye ilişkilerinde son 20 yılında bir mahiyet değişimi sureci yaşanmaktadır. Bu ortamda Rusya’nın, tarihi Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında etkinlik kazanma savaşlarından ve Soğuk Savaş döneminin NATO’nun güney kanat ülkesi olgularından doğan sürekli olarak Rusya’ya karşı kamplarda yer alan tarihi rakip ülke imajına dayanan Türkiye ve Türk dış politikası algılaması yeni girdilerle tekrar şekillenmeye başlanmıştır. Benzer şekilde Türkiye de Rusya’ya dair “tarihi rakip”, “zalim Moskof” veya “Kızıl tehdit” unsurları çerçevesinde şekillenen algıda da yenilenme gündeme gelmiştir. İki ülke arasında eskiden Rusya İmparatorluğu-Osmanlı Devleti ve SSCB-Türkiye denklemine (Atatürk dönemi istisna) dayanan tarihi rekabet önemli ölçüde yerini işbirliği surecine bırakmaya başlamıştır. 1990’ların özellikle sonu iki ülke arasında karşılıklı güvensizliğin güvene dönüşmeye başladığı bir dönem olarak görülebilir. İkili iktisadi ilişkilerin öncüllük ettiği bu surecin Putin’in iktidar gelişi ile politik alana taşınarak yeni bir ivme kazanması ise iki ülke arasında Kasım 2001’de imzalanan Avrasya Eylem planı ile somutlaştı. Türkiye`nin Irak tezkeresine “hayır” demesi ise Moskvan’ın Türkiye algısına yeni bir kırılma noktası oldu. Artık Rusya’nın algısında Türkiye stratejik işbirliği yapılabilecek ülke konumunda görülmeye başlanmıştır. İki ülke arasında “derinleştirilmiş çok boyutlu ilişkiler” surecine girilmiştir. Türkiye’nin de uluslararası sistemde çok boyutlu anlayışa dayanan dış politika kursu da iki ülke arasındaki bu surecin önünü açmamdadır. Ancak iki ülke arasında Kafkaslarda ve Orta Asya’da çatışan çıkarlar olduğunu da unutmamak lazım. Ayrıca en önemli çatışma alanı enerji konusudur. Ancak her iki ülke de bu meselede doğrudan karşı-karşıya gelmek istememektedirler. Rusya’nın Mavi Akım-2 projesini önermesi ve Guney Akımını Karadeniz’in Türkiye’ye ait kısmında geçirmesine ilişkin uzlaşmanı bu çerçevede düşünmek mümkündür.
Bitti…

21.10.2011 19:30 Yerel saatı | 16:30 Dünya saatı
Dr. Nazim CAFERSOY, Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı (QAFSAM-www.qafsam.org)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder